|
td>
| |
22.04.2017 - 22.05.2017
Kelimat Sanat Galerisi
Kâtip Salih Sok. No:106
Koşuyolu
Kadıköy
İstanbul
Her gün 10:00-18:00 saatleri arasında gezilebilir.
|
Basin Bulteni Ruken Aslanın Tropizm isimli sergisi üzerine
Hepimizin zihninde ormanlar vardır. Keşfedilmemiş, sonsuz ormanlar. Her birimiz ormanda kayboluruz, her gece, tek başımıza. Ursula K. Le Guin, Rüzgarın Oniki Çeyreği
Ruken Aslanın resimlerinde, ağaçların arasında, dallarında sıkışmış, eğreti duran, asılı figürler neyi anlatıyor bize? Nasıl bir ilişki kuruyorlar temas ettikleri ağaçlarla? Yerleşmeye mi çalışıyorlar? Teslim mi oluyorlar? Sığınıyorlar mı? Yoksa kayıp mı oluyorlar? Ya da düşünemediğimiz bir ilişki içindeler mi gökten düşmüş gibi temas halinde oldukları ağaçlarla? Biraz daha yakından bakalım bu figür ve ağaçlara...
Dolunayın ışığında boyunları bükük, yüzleri ağaçlara dönük, adeta bir kurban ya da teslimiyet törenine yürür gibiler.
Cinsel organları, kültürel dünyadan taşınmış bir öğe olarak beliren beyaz iç çamaşırlarıyla örtülü. Doğanın karşısında bedeni çıplak bırakmayan, kültürü dışarıda bırakmayan bir dil kuruluyor gibi. Mekanın ve anonim figürlerin bakanda uyandırdığı zamansızlığı ihlal eden beyaz bez parçaları
Yüzler geri planda gibi. İfade bedende, bedenin kıvrımlarında ve hareketinde yoğunlaşıyor, tıpkı yüzü olmayan ağaçlar gibi.
Figürler, birkaçı dışında uyuyor. Nasıl bir uyku bu ve bu şekilde, ağaçlarla iç içe bir uyku nasıl bir uyku olurdu? Sanki bedenler, her biri kendi uykusunun içinde, savunmasızlıkları ve kırılganlıklarıyla oradalar.
İster istemez uyku teması bize Ruken Aslanın önceki sergilerinden birinin teması olan Endymionun Uykusunu da hatırlatıyor. Aşkını sonsuza dek yaşamak için mağarada sonsuz bir uykuya dalan Endymionu. Bu bir bedel mi, yoksa bir ödül mü? Benzer bir şekilde bu dizideki figürlerin toplu uykusu da nasıl bir uyku, emin olamıyoruz. Huzur içinde, derin bir uyku mu? Yoksa, eğreti ve her an uyanılabilecek bir uyku mu?
Zihnimizde uyanan bir diğer soru da şu sanki. Bu bedenler buraya nereden geldi? İçine düştükleri, bir felaket sonrası kendilerini kaçınılmaz olarak buldukları bir yer mi burası? Yoksa isteyerek mi geldiler buraya? Zamanın durduğu bir noktada apokaliptik bir kavuşma mı tüm bunlar, yoksa geleceğe doğru bir arayış mı? Öncesi ve sonrası var mı? Cevapsız kalıyoruz bu noktada.
Sanki tüm bu süreci harekete geçiren, ağaç ve bedene odaklanarak, organik formlara dair sonsuz bir araştırma ve çözümleme arzusu. Bu süreçte ağaçlar ve bedenler gerilimli ve çatışmalı bir karşılaşma içerisinde. Sert bir karşılaşma bu seferki
Önceki resimlerdeki, mekan içinde erimeyi bir olasılık olarak imleyen soyut figüratif formlar, bu resimlerde, mekanın da daha tanıdık bir gerçeklik olarak kurulmasıyla, bu mekanda kendini sınayan daha klasik anlamda bir figüratiflik kazanıyor gibidirler. Kollar ve ağaçların dalları, gövdeler, bacaklar ve köklerin çarpıştıkları ve bu çarpışmada şu soruyu çağırdıkları bir karşılaşma: Önce ağaçlar mı vardı ormanda, yoksa bedenler mi?
Ağaçlar ve bedenler arasındaki bu gerilimli ilişkiyi resmederek bizi nereye götürmeye çalışıyor Ruken Aslan ya da kendisi nasıl bir yere gitme çabasında? Bir başka deyişle resimlerin gerisinde yatan arzu ne?
Bu sorunun cevabının içeriğin yanı sıra, hatta belki daha da öne çıkan bir biçimde formda gizli olduğunu sezer gibiyiz. Resimde alışık olduğumuz çizgi, renk, doku gibi kavramlar sanki yerlerini daha organik mefhumlara bırakıyor: çizik gibi, darbe gibi, sıcaklık gibi, temas gibi. Tuvalin kendisi bir bedene ya da bir ağaç gövdesine dönüşmüş ve üzerine atılan darbeler, yapılan müdahaleler doğrudan organik bir forma değer, dokunur gibi. Ağacın kabuğunda açılan bir çentik ya da bedenin üzerinde açılan bir yara gibi. Bu anlamda resmettiği bedenler gibi tuvalle sert bir karşılaşmaya bırakır gibi kendini.
Son bir çağrışım olarak, nedense bu resimlere bakarken sesi ne olurdu bu resimlerin? sorusu beliriyor zihnimde. Ve tereddütsüz tiz bir çığlık diyorum kendime.
Şehnaz Layıkel
|
|
Serginizi burada duyurabilirsiniz...
Hizmetlerimiz
sergirehberi@gmail.com
|
|
|
|