sergirehberi.com


SERGİ         SANATÇI         MEKAN
Tüm Sanatçılar Güncel Sergisi Olan Sanatçılar


İbrahim Balaban






SergiRehberi Arşivinden:
Güncel Sergi    Gelecek Sergi    Geçmiş Sergiler    Görseller

Özgeçmiş   




1921 Bursa’nın Seçköy’ünde nakışların içinde doğdu.
1941 Bursa mapushanesinde yattığı sırada Nazım Hikmet’i tanıdı ve tam 7 yıl süren bir dostluk geliştirerek ona çırak oldu. O’ndan resim ve sanat tarihi dersleri yanında; felsefe, sosyoloji ve ekonomi politik dersleri alarak kendisini geliştirdi.
1950 Affıyla, Nazım’la birlikte mapushaneden çıktı. Çıkarken elinde Nazım’ın her biri adına şiir yazdığı “Bahar”, “Mapushane kapısı”, “Harman” adlı üç tablo ile ayrıca “Doğum”, “Cinayet” ve “Suda Donbaylar” adlı tablolar vardı.
1950 İlk olarak resimleri Maya galerisinde sergilendi.
1953 İlk kişisel sergisini İstanbul’da açtı.
1961 Resimlerinden dolayı altı ay tutuklu kaldı.
1962 “Yeni Dal Grubu” sergisi kapatıldı ve ressam arkadaşlarıyla birlikte tutuklanarak Balmumcu Kışla’sına kapatıldı ve Askeri Mahkeme’ce yargılandı.
1969 Adana Sergisi bir gurup gerici-yobaz tarafından basılarak resimleri tahrip edildi.

Sonraki yıllarda da defalarca gözaltına alınıp sorgulandı ve yargılandı.

O, bu güne kadar “Şair Baba”sının istediği gibi “kan gütmeden” 2000 den fazla tablo ve bunun birkaç katı kadar desen üreterek 50 den fazla kişisel sergi açtı, birçok karma ve grup sergilere katıldı. Eserleri yurtdışında Amerika dahil birçok ülkede sergilendi.

İki oğlu, bir kızı ve beş de torunu vardır. Oğlu Hasan Nazım Balaban da ressamdır.
Anılar, denemeler (resim sanatı üzerine), hikayeler ve ikisi roman olmak üzere yayınlanmış 11 kitap yazmıştır.


Balaban sanat anlayışını şöyle ifade eder;

‘Yaşantımızı ne kadar iyi tanımlarsak, yaşantımızdan çıkan sanatımızı da somut biçimde saptamış oluruz. Çünkü sanat yaşamımızın iz düşümüdür. Resim yaparken konuşur, konuştukça yaşantılarım yüze gelir derinlerden… Konu bir özdür; her öz kendi kabuğunu yapar. Konu değiştikçe ona göre kabuk bulma amacı belirir. Eğer ona göre kabuk bulamıyorsam resim yapmam, yani herhangi bir görüntünün resmini yapmam.

Çok uzaklardan geliyorum. Öküzlerin sabana koşulduğu yerden… Ağır-aksak bir kıpırtının içinden geliyorum. Bir elim karabasanın kulpunda çolaklaşırken diğer elimin yontalanışı kolay olmuyor…

Kış gelince köyler baskı altında kıpırdanamaz donmuş gibidir. Evlerinde kadınlar nakış örer, öküzler damda, çocuklar kundakta, erkekler kahvelerde… Kadınlar, kundaktaki çocuklar evlerde bir Hitit rölyefi gibi durular. Hareketsizlik kişiyi ağır aksak ve haşin yapar. Bu durum benim resimlerime de yansımıştır.’

Onun için önemli olan insandır, insanın yaratıcı gücü emeğindedir; Bu yüzden, Kocaman bir Köroğlu figürünün altına ufacık bir at koyar… Santimetrik ölçülerin yerini diyalektik ölçüler alır. Kimi zaman perspektif kuralları yok sayması bundandır. Figürlerinin ışığı, kendini içinden çıkar, kendini aydınlatır ve yerini bulur. Resimleri ulusaldır…

‘Resimlerimi yaparken başkalarını kopya etmek yerine kendi yaşantımı model aldım. Sonra ülkemdeki insanların serüvenlerini, sevinçlerini, duygularını, mutluluklarını yumak ettim. Anadolu insanımızın yaşantısı sanki yumak oldu. ‘Ben hangi topraklar üzerinde resim yapıyorum’ dedim. Yaşantımdaki, sanatımdaki tortuları öyle bir ayıkladım ki sanki sel gitti kum kaldı. Sanki damıtıklaştım…

Kitaplarda görmüş olduğum Batı resimlerini, Avrupa ya gidince müzelerde gördüm. Hepsini beğendim. Ama benim öz kaynaklarım olan Doğudaki, Hattuşaştaki; Asur, Sümer heykellerini ve Hitit rölyeflerini, Bereket Tanrısı’nı, Savaş Tanrısını… ‘n desenini çizdim. Hepsine hayran oldum ama öykünmeden, ibret aldım.

Yeni teknikler bulup zenginleştirme süreci her sergide birbirini yeniler. Balabanın biçim arayışları; bu gün 89 yaşında yaşam sevinciyle dopdolu Balaban’ da hep devam eder…


BALABAN’I OLUŞTURAN ÇEVRE…

1921 yılında Bursa’nın 200 haneli Seçköy’ ünde doğar.

Öteden beri devam eden kan davasının baskısında okumayı seven bir köy muhtarının oğludur. Halk evleri kanalıyla halkın aydınlatılması çabalarında babası Hasan Çavuş şehirden küfelerle köylüye dağıtmak üzere kitaplar getirir. Kitapların içinden kanatlı bir öküz Balabanın ilgisini çektiğinde henüz dört yaşındadır. Günlerce o resme bakarak bir öküz çizmeye çalışır. Annesi resme olan ilgisini destekler ona gergef işlemeyi de öğretir. Okumayı da Babasından öğrenir. Beş yaşında başladığı köyün üç sınıflı okulunu 1931 de bitirir. Resim yapması desteklense de köyden ayrılmasını izin verilmez. Okula gidemez ama resim yapar, günlük tutar ve parası yettiğince köye gelen çerçiden aldığı; Aslı ile Kerem, Tahir ile Zühre, Arzu ile Gamber kitaplarını okur. Yazdığı günlüklerden birinde ‘ Bu gün Nisanın 10’u, köye tahsildar geldi. Babam muhtar olduğundan, vergisini vermeyenlerin tavasını, kazanının bizim dama doldurdular…’ yazılıdır.

On altı yaşında Balabanı ne olup bittiğini öğrenmesi için babası dört kişi ile birlikte Büyük Çadırini mağarasına gönderir. Aralarında iki tecrübeli ayıngacı (tütün kaçakçısı) vardıri Aileler arasında devam eden düşmanlık nedeniyle biri Jandarmaya şikayette bulunur. Haksız ceza ve isyanı öğreten acılar, Sarpdere’ nin kenarında Jandarmaların falakaya yatırılıp, arada ayaklarını suya sokup vurmalarıyla başlar. 1937 Aralığında hapishaneyle tanışır. 24 Mayıs 1938’ e değin süren tutuklu günlerinde tellalların sattığı kullanılmış eşyalar ve kitapların arasından aldığı, kalın kitaplar olur. Sonraları resimlerinde de ifade ettiği falaka ve hapis günlerinden;

‘Hapishane dışarıdan beter görünür. İçeriden bir başka yabansı. Korkar insan. Kuyunun dibine düşmüş gibi gelir önceleri. Sonraları hep burada doğup büyüdüm zanneder kendini insan. Hapisten kurtulmak için çareler aranır: Namaz kılıp dua etmek, kaçmak için uğraşmak, kumar oynamak, atölyelerde çalışmak…’ söz eder. Altı ayın sonunda özgürlüğe kavuşsa da on altı bin lira cezayı babası ödeyemediği için 27 Aralık 1938 de yeniden içeri girer. Resim yapmak olmazsa olmazı olmuştur. Resim her şeyi çile olmaktan kurtaran bir alan yaratır Balaban’a… Çocukluğundan beri dünyanın güzelliğine olan tutkusu ile resim yapar, gününü bayram kılar…

Bir gün hapishane de birinci kısma Nazım hikmet adında komünist bir ressam-şairin geldiğini duyar. Boya parasını ödeyerek isteyenlerin portrelerini yapan Nazım Hikmet, Balabanın da resmini yaparken Balaban onu can kulağıyla dinler. Bu tanışma onda resim yapma tutkusunu daha çok artırır. Renkli kalemler ve suluboya kullanarak tutsakların her gün resimlerini yapar. “

Ailesi tarafından nişanlandığında Balaban içerdedir. Hapse girdiği dört kişiden biri olan adam ‘o kızı ben alacağım’ der ve bir kabadayı ile birlikte Balaban’ı bıçaklar. 1941 yılında tahliye olduğunda bıçak yarası iyileşmiştir. Nişanlı kız kaçırılmasın diye 15 Şubat 1942 de düğün yapılır. Gelinin ata binmesi öfkeyi tırmandırır. Silahlar, bıçak çekmeler karşında Balaban Kasım ayına kadar uzak durabildiyse de sonunda, eşinin aşığı mezara Balaban hapse girer.

1943 yılbaşı günü ziyaretlerinde ninesi ve anası, babasının öldüğü acı haberini verir. Büyük acının arkası gelecektir. Eşinin doğum sırasında ölümünü, bebeğin de ölümü izler. Resim yapmayı bırakmayan, Üç ay sonra toparlanmaya başlayan Balaban haftada üç gün berberlik yapmaya başlar. Bir gün Nazım Hikmet tıraş olmaya gelir ve usta-çırak beraberliği başlar. Nazım Hikmet, kan davasının sonlanması ve resim yapması telkinleri yapar. Balabanın resimlerini çok beğenerek ‘ sen büyük bir ressam olursun, ama serserilik yapmazsan’ der ve tüm boyalarını, fırçalarını ona verir.

Nazım, Kemal Tahir’e cezaevinden yazdığı mektupta; ‘Ben burada, bir ressam Yunus Emre keşfettim’ diye yazmış, onu Türkçenin büyük söz ustası Yunusa benzetmiştir.






Serginizi
burada duyurabilirsiniz...

Hizmetlerimiz

sergirehberi@gmail.com







İletişim             Hizmetlerimiz             Gizlilik Politikası             Kullanıcı Sözleşmesi