SergiRehberi Arşivinden:
Güncel Sergi
Gelecek Sergi
Geçmiş Sergiler
Görseller
Şakir Eczacıbaşı'ndan İzlenimler - Nüvit Özdoğru
Şakir Eczacıbaşı'ndan İzlenimler
Nüvit Özdoğru
"Kişiyi bir ömür boyu gözleyeceksin ki portresini çekebilesin!" demiş Alfred Stieglitz. Fotoğrafçılığı sanat dalı olarak kabul ettirebilmek için bir ömür boyu didinen ve sonunda fotoğraflarını belli başlı müzelerde Goya'larla, Dürer'lerle yanyana astırmayı başaran öncü usta böyle demiş. Öyle düşündüğü için de durmadan eşi, ressam Georgia O'Keeffe'in resimlerini çekmiş, onun duyularını, değişen vücudunu ve ruhunun dehlizlerini kağıt üstüne aktarabilmiş. Şakir Eczacıbaşı belki de bu ilkeden giderek, kendi kuşağının ülkemizdeki öteki usta temsilcilerinden bazıları gibi, özellikle kendi yurdunun ve kendi yurttaşlarının resmini çekiyor. Kültür yapısıyla bütün dünyaya ve bütün sanatlara açık olan Şakir'in bu tutumu en azından ilginçtir. Yurt dışına çıktığı zaman fotoğraf makinesini evde bıraktığı bile oluyor; çünkü yalnızca "iyi resim", hatta "çok iyi resim" çekmek hevesinde değil, resmini çektiği kişinin ya da yerin - ister obadaki garibin, ister kentteki gecekondunun olsun - kalp atışını kendi damarlarında duymadan makineyi eline almıyor. Kendi yurdu ve kendi insanlarıyla bütünleşmeyi başardığı için, Şakir Eczacıbaşı'nın fotoğraflarını uluslararası saygınlığı olan "Camera" dergisinde, danışmanlığı altında meydana getirilen afişleri, pankartları Japonların "Idea" çapındaki bir yayınında görebiliyoruz.
Nasıl Başlamış
Şakir'le tanışmamız on - onbeş yıl öncesine gider. "Tıpta Yenilikler"i bana da göndermişti. Dergideki fotoğraflar ve grafik düzen öylesine üstün bir düzeydeydi ki, coşkuyla elime kalemi alıp kendisine şu yolda bir mektup yazdığımı hatırlıyorum:
"Bu ülkede böylesine mükemmel bir eserin ortaya çıkarılabilmesini her alanda göreceğimiz güzelliklerin müjdecisi sayarak güçlendiğimi hissediyorum. Var olasın!" Çok geçmeden de karşılaştık. Her halde ya bir sergiydi, ya bir tiyatro fuayesi ya da sanatçıların bir araya geldiği herhangi bir toplantı... Sonra da Şakir'in Sabahattin Eyuboğlu ve Pierre Biro ile çevirdiği ve Avrupa'da ödüller kazanan Anadolu filmlerini seyrettim.
Şakir Eczacıbaşı bir sanayici olduğu kadar - belki ondan da önce - bir sanatçıdır. Sanat yaşamımızda önemli bir yeri vardır.. Bunu, yıllarca önce Vatan Gazetesinde Tunç Yalman'la birlikte hazırladıkları Sanat Yaprağı'nda da, danışman olarak kanavasını çizdiği Milliyet Sanat Dergisi'nde de, temelini attığı ve yıllarca başkanlık ettiği Sinematek Derneği'nde de, Sait Faikler, Eyuboğlular, Muhsin Ertuğrullarla kurduğu dostluklarda da, Shaw'dan, Picasso'dan, Orson Welles'den, Henri Cartier-Bresson'dan yaptığı sentezlerde de gorebilirsiniz. Onun sanat beğenisi edebiyat, tiyatro, sinema, grafik ve plastik sanatlar olmak üzere bütün çağları ve bütün dünyayı kapsayan üstün bir düzeydedir. Kusursuz bir grafik düzen içinde yayımladığı yıllıklar yurdun en ileri gelen fotoğrafçılarından seçmeler sunarken, bir yandan da ülkemize çeşitli konularda değerli bir arşiv kazandırmaktadır. İyi bir eleştirmen olabilirdi Şakir. Onun bu yanı yaşamında itici bir güç olmuştur. Örneğin, hazırladığı dergilere gelen fotoğrafları enine boyuna eleştirmesi üzerine, tanınmış sanatçılarımızdan biri, "Haydi bakalım, sen daha iyisini çek de görelim!" deyiverince Şakir kamerayı kaptığı gibi yola çıkar. Çıkış o çıkış!
Sadelik
Önyargılara kendini kaptırmayan Şakir'in fotoğrafçılıkta her türlü akımları izlediğine ve o akımlarda güzellikler bulduğuna şüphe yok. İsterse o da, diyelim, fotoelastik vurgu analizine başvurabilir, ultrasonik imge değiştiricisiyle çalışabilir, çeşitli filtrelerle sulfabenzamit'i mikroskop altında polarize ederek 400 kere büyültüp rengarenk soyut sonuçlar elde edebilir, holografi'ye, sonografi'ye, termografi'ye ve de stereofotogrametri'ye başvurabilirdi. İşin ilginç yönü, üstelik eczalarla uğraşan Şakir'in, sanatında "trük" denilebilecek hiç bir araca "iltifat etmemiş" olmasıdır. Seksen yıl önce kutu makinelerle elde edilen sonuçlara hayran olan Şakir, alabildiğine sade bir görüşle konusunu yakalar, resmi çektiği anda da görevi biter; çifte pozlarla, katmerli pozlarla, film üzerinde oynamakla, elde makas film doğramakla, daha yetmiş iki "hile" ile karşınıza çıkmaz. İşin şaşılacak yönü budur; bir anlık kararla böylesine mükemmel, çarpıcı, baş döndürücü sonuçlar elde edebilmesidir.
Gerçekten, bir fotoğrafta ne ararsanız; denge, ritim, proporsiyon, belirginlik, yorum, kalıcı bir imge, seçme gücü, soyutlama gücü, sanatçı dürüstlüğü - aklınıza ne gelirse - Şakir'de vardır.
Bu aradıklannızı Şakir'in her tür fotoğrafında görebilirsiniz: Gecekondu semtlerinde, gecekondu evlerinin ayrıntılarında, ayrıntıların ayrıntılarında, kent, köy ve doğa görünümlerinde, belgeciliğin egemen olduğu resimlerde, gazeteciliğin, röportajcılığın ağır bastığı çocuklu, kadınlı, kalabalıklı fotograflarda, renk ve biçimin tadına doya doya varabilmek 've imgelemi alabildiğine kamçılayabilmek için ayrıntılardan oluşturulan soyutlamalarda...
Tekstür
Çevremizdeki "şey"leri görüp tanımada "biçim"le birlikte en önemli öğelerden biri "tekstür" olduğu gibi, çeşitli duyularımızı harekete geçiren önemli etkenlerden de biridir "tekstür", yani bir dokunun yapısı, örgüsü... Su, kaya, kum, saman, portakal, şeftali, kirpi, kaplumbağa, ipek, kadife, canfes... bizde - yüzeylerinin niteliğine göre - birtakım duyular uyandırır. Bunun önemini Freud'un doğuşundan çok öncelere götürmek olanağı vardır. Minyatür sanatımızın, halıcılığımızın, rönesansın, izlenimciliğin, kübizmin başyapıtlarında kompozisyonun en belirgin öğelerinden biridir "tekstür". "Fotoğraf sanatında bu öğeyi Şakir Eczacıbaşı'dan daha iyi değerlendirebilmiş bir sanatçı gösterilemez" dersek yargıyı fazla abartmış sayılmayız sanırım.
Şakir'in bu yanını resim sanatında Levni'lerle, Utrillo'larla, Mark Tobey'lerle karşılaştırabiliriz. Şakir Eczacıbaşı "tekstür"e aşıktır, ama sevgilisini kucaklarken kaburgalarını kırmamaya dikkat eden bir aşık; dengeli bir aşık. Sanat diliyle söylemek gerekirse, "tekstür" derken ana konuyu ikinci plana itmeyen, tersine onu görsel ve duyusal olarak desteklemeyi bilen bir sanatçıdır Şakir.
Topluma Bakış
Topluma eğilmiş sanatçıları sayarken onların arasına Şakir Eczacıbaşı'yı da katmak zorundayız. Şakir, varlıklılarla yokluklar içinde çırpınanlar arasındaki dengesizliği en burkucu, en bilinçli, en dürüst biçimde sergileyen bir sanatçıdır. Cıyak cıyak haykırarak, insanı iterek değil, bir iki dokundurmayla, sesinin usulcacık bir tonuyla, hepimizi yüreğimizden kavrayarak. "Yeni Fotoğraf" dergisinin kapağını süsleyen bir "deme"si vardır Şakir'in. Taşlı, samanlı bir boşlukta bir başına yol alan bir yavrucak... Başında yemenisi papatyalı, mor; sırtına da mavi-mordan yırtık bir entari geçirmişler menekşeli; eskilikten olacak, menevişli gibi duruyor. Patiklerinin bağı kopmuş, birinin tabanı görünüyor. Gidiyor; sırtı bize dönük... insan diyor koş, resme can suyu sür, çevir o yavruyu, kucakla, öp öpebildiğin kadar! Memleketi kucakla! İnsanlığı kucakla! Ben memleket sevgisini, insanlık sevgisini, Şakir'in bu fotoğrafı kadar "veren" çok az şey gördüm.
Sözünü ettiğimiz bu fotoğrafta olduğu gibi, Şakir'in pek çok resminde yüzleri, gözleri görmüyorsunuz ama siz tamamlıyorsunuz. Vermeer'deki gibi. Kapı var, pencere var, saksı var. Kapı biraz aralık...
Siz tamamlıyorsunuz. Şiir gibi... Birer hay-ku...
"Ahşabın tadına bak, ahşabın!" diyor Şakir. Köy evini gösteriyor: Bolu'nun Kıbrısçık köyündeki evi. Kapının yanında kırmızı biberlerden, mor patlıcanlardan bir "nazarlık" asılı. Kurutulmak için. Sanat olsun diye de asmamış onu oraya o öpülesi eller. İçinden gelmiş. Ta bilinçaltından... Nazarlık da değil aslında... Nakış... Ya Bursa'daki kapı? Hangi yürekli el fırçayı kaptığı gibi maviden, kırmızıdan, beyazdan baklavaları oturtuvermiş ahşap kapının üstüne öyle gümbür gümbür? Hele penceredeki minik konserve kutuları? Aynı maviyle, kırmızıyla bulayıvermemiş mi kutuları o neredeyse Picasso'ları, Matisse'leri, Pollock'ları utandıracak el?
Neler Var
Şakir'in balıkçılarında Sait Faik var. Agob'un meyhanesinde havuz. Şişelerin üstü beyaz benek. Domates, biber kavisli; balıklara eş. Duygu zenginliği, görgü zenginliği... Mizah: Kadınlar leylek olmuş, tünemişler yuvada. Pencerede Whistler'in annesi oturuyor. Göreme'de köy düğünü... İstanbul'da kör döğüşü... Çöplüklerde ne güzellikler gizli. Çirkinliklerden arınmış.
Evet, sandallarda Sait Faik var. Sabahattin Eyuboğlu'nun fınldaklarında Miro. Demir parmaklıklardan gölgeler sızıyor: Kufi. Su sesleri, erguvan sohbetleri, gümüş çerağ... Karagöl, Kırkpınar, Kuşoynağı... "Gesi bağlarında bir top gülüm var."
Binyaylak'ta gözyaşı... "Gökkubbede ne arıyorsun, Yeryüzü? "Söyle bana, ne arıyorsun, sessiz Dünya?"
Evrene Doğru
Wynn Bullock'un "Kütük" adlı çok sevdiğim bir fotoğrafı vardır; insana soyut dışavurumculuğun tadını verir. Şakir'in de resmini çektiği böyle bir kütük var. Söylemese, kütük olduğunu anlamayacaksınız. Bir el gelmiş, ağacın ortasını alla donatmış, derken yağmur yağmış, lifler kabarmış. Fotoğraf yakın plandan kuş bakışı çekilince "Kozmik Sanat"ı anımsatan bir görünüm ortaya çıkmış. Kartal kanadından ışınlarla evrene doğru hızla yol alıyorsunuz: Eflatunlu, morlu, mavili sonsuzlara doğru... Yıldızlar, karanlık, çerağ, bir hayalet, çiğ, bir kabarcık, rüyalar... şimşek çakıyor.. bir bulut... Bilinmez'in varlığını anlar gibi oluyorsunuz: Ne karınca ufarak, ne tüm evren çok geniş... Ölçülerin sınırsızlığında Bir'leşiyorsunuz! Şakir mistisizmle uğraşmamış. Oysa o selvili görünümlerde de Corot var. O sayısız şişelerde, tenekelerde ne kadar Morandi var. O kapılarda, pencerelerde ne kadar Redon var: Bembeyazla vişneden bir pencere... Mavi bir saksıda pembe "kır ponponlan"... Kapkaranlık bir zemin: O karanlıkta neler yok... Görünmeyen'in anahtarı...
Çehov'da olduğu gibi, hüsranlı bir bugünle, hayal edilen bir yarın arasında boşlukta sallanarak anı yaşıyorsunuz Şakir'de. Anı yaşıyorsunuz sık sık. Gelecek her zaman bir hayal; geçmişse her zaman yokluk ve kayıp. Acıklı bir neşe içindesiniz. Beckett'te olduğu gibi.
Özlemin de buruk tadını tadıyorsunuz bazı bazı. Ahmet Hamdi Tanpınar'da olduğu gibi. Eskinin bizde bıraktığı boşluğa kapılarak geçmişe doğru çekiliyorsunuz o köhne kapılardan süzülerek içeri. O mezar taşlarına baktıkça "idealin serhaddinde susmuş bu insanların hikmetinde kaybolmuş bir dünyayı arıyoruz."
Yeni Bir Yaşam
Ama resimlerin tümüne baktıkça, yine tıpkı Tanpınar'da olduğu gibi, seraptan seraba koşmuyor, özlemin içkisi ne kadar tatlı, etkisi ne kadar derin olursa olsun, Türk toplumunun yeni bir yaşamın eşiğinde olduğunu içinizde duyuyor, yeni değerler yaratacak yeni zamanın peşinde sabırsızlanıyorsunuz.
|
Serginizi burada duyurabilirsiniz...
Hizmetlerimiz
sergirehberi@gmail.com
|
|
|
|