sergirehberi.com


SERGİ         SANATÇI         MEKAN
Tüm Sanatçılar Güncel Sergisi Olan Sanatçılar


Leyla Gediz






SergiRehberi Arşivinden:
Güncel Sergi    Gelecek Sergi    Geçmiş Sergiler    Görseller

Kişisel Sergiler    Karma Sergiler    Ödüller    Metinler    Metin_detay   
Özgeçmiş   


Leyla Gediz'in Resimlerinde Form ve Mekan İlişkisi Üzerine

Küratör: Burcu Pelvanoğlu

Leyla Gediz'in 1999 yılında Londra'da, Giacomo Picca'nın küratörlüğünde gerçekleşen "Cool" sergisindeki (24-27 Haziran) işlerinden haberdar değiliz, bir çoğumuz. Ancak bir web taraması yaptığımızda "Cool" sergisine ve yine aynı yıla ait ve de yine Londra'da gerçekleştirdiği "One More Time" adlı bir dia gösterisi karşımıza çıkmakta. Gediz'in Türkiye'de tam anlamıyla sahneye çıktığı yıl ise, 2001, hepimizin bildiği gibi. "Egofugal", yani 7. Uluslararası İstanbul Bienali'nde Darphane-i Amire Binası'ndaki köşesinde sergilediği 3 tuvali ve Beylerbeyi Sarayı'nın koridorunda sergilediği gazeteden kesilmiş bir fotoğrafı dönüştürdüğü 118 A4 kağıdından oluşan "Atlantis 2000" adlı çalışması, keza aynı yıl Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri'deki "Geleceğe Esintiler" Sergisi. Bu sergideki açıklamaları, gerek Egofugal'deki Gediz'i, gerekse bundan sonra karşılaştığımızda hep bizi ilkokul yıllarımıza döndüren Gediz'i ele vermekte adeta: "Benim işlerimde kaos, karşımıza "kişisel kaos" olarak çıkmaktadır. Psikanalize göre, otoriteye, hiyerarşiye, düzene karşı verilen çocukça tepkiler, bu olguların varlığını kanıtlamaktan öteye gitmez: Narsist çocuğu ehlileştirmek lazımdır. Akademik dogmaları ve modaları ile günümüze gelen resim sanatı, otorite, hiyerarşi ve düzeni genlerinde taşıyan bu kültürel oluşum, görev için biçilmiş kaftandır. Ehlileşmeyi dilemeyen çocuğun içine düştüğü yanılsama, resmin kaossuz kalamayacağının göstergesidir. "Postmodernizm sonrasının bir ironisi" ve "yeni modernizm" kılıfları arasında bir rekabet doğmuştur. Benim resimlerim de bu çekişmeden payını almıştır. Bireyden çıkıp toplumun tahlil edilmesine model olarak ele alınabileceğine inandığım resim sanatını ısrarla sürdürme çabam, basitçe, narsist çocuğu ruhumda taşımamdan kaynaklanmaktadır." (Geleceğe Esintiler Sergi Metninden, 2001)

Leyla Gediz'in resimlerinin bizi daima ilkokul yıllarımızı düşünmeye yönelttiğini söylemiştim, yukarıda da, Gediz'in "Üniforma" adlı üçüncü kişisel sergisi için yazmış olduğum "Üniforma'dan Unique-Form'a Leyla Gediz" adlı metnimde de (Burcu Pelvanoğlu, "Üniforma'dan Unique-Form'a Leyla Gediz" Plato, S.2, Kasım Aralık 2005, s.135-136)… Yine bu haşarı ve narsist çocukluğa döneceğim ama öncelikle, Leyla Gediz'in sergileri hakkında biraz daha bilgi vermeli. 2002 yılında Nişantaşı'nda gerçekleşen o şaşalı 1. Yaya Sergileri'nde, eski Şişli Terakki Lisesi'nin bulunduğu otoparkın duvarlarında "buraya bakın" dedirten büyük boyutlu (720 x 180 cm) beyaz tuval üzerine turuncu girift figürlerden oluşan çalışmasını herkes hatırlar, sanırım. Burada hemen bir parantez açarak belirtmem gereken bir nokta bulunmakta; bu serginin adı "Leyla Gediz'in Resimlerinde Figür ve Mekân İlişkisi" idi. Leyla Gediz'in büyük bir titizlikle seçtiği 30 yapıtlık bir seçki bu. Bu 30 yapıt üzerinden Gediz'in figüre ve mekana bakışını bir arada okumak, asıl amaç. Gediz, yapıtlarını seçerek işimi kolaylaştırdı, doğrusu. Ben de ufak bir değişiklik yaparak ismi bir ölçü daha genelleştirdim ve "Leyla Gediz'in Resimlerinde Form ve Mekân İlişkisi" haline dönüştürdüm. Çünkü Gediz'de formlar figüre figürler daha tanımsız formlara dönüşebiliyor bir anda, onun tez canlı kişiliğiyle örtüşür bir biçimde. Daha somutlaştırırsam, gece X form üzerinde çalışırken sabah o X formun yerine Y figürün geldiğini görebiliyor, yakınları. Bu, işin bir yönü; işin bir başka yönü de var ki, o da Gediz'in formlarını ya da figürlerini oluştururken giriştiği ön çalışmalar. Burada parantezi kapatıp yine Yaya Sergileri'ne döneyim ve zaman zaman kendim konuşarak zaman zaman da Gediz'i konuşturarak yazıma devam edeyim. 1. Yaya Sergileri'ndeki, "Terakki 2002" isimli, beyaz üzerine turuncu girift figürlerden oluşan tuvali de, yukarıda sözünü ettiğim gibi, Gediz'in ön çalışmaları sonrasında ortaya çıkmış devasa bir tuvaldi. Ön çalışmalardan kastım, bu devasa tuvalin küçük boyutlu eskizleri falan değil; onlar da olabilir tabii ki ama, buradaki ön çalışmalardan kastım, Gediz'i, tuvalini dönüştürme sürecine iten çalışmalar: Şişli Terakki Lisesi'nden bir grup öğrencinin fotoğrafı, Gediz'in kendi çektiği, Maçka Parkı'na inen yoldaki ufak parkın kar altındaki 3 fotoğrafı, bu fotoğraflardaki insanlar, güvercinler,vs… Dolayısıyla Gediz, belleğinde halihazırda var olanları ve de ona ilave ettiklerini bir araya getirirken öylesine bir kurgu sunuyor ki, hiçbir formu ya da figürü çekip alamıyorsunuz yerinden. Yaya Sergileri'ndeki tuvalinde de, önce 2002'deki "60 Yıl 60 Sanatçı Sergisi" sırasında karşılaştığımız ve şimdi İstanbul Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu'nda bulunan 2002 tarihli "Araba Mezarlığı"nda da (sergide 20 numaralı resim), bir hınzırlık yapıp formlardan birini çekip alasınız geliyor. Narsist çocuk gibi, narsist izleyici de oluyor kimi zaman. Ama alamıyorsunuz o formu oradan. Öylesine gizli bir ölçüyle yerleştirilmiş durumdalar ki oraya, ressamın narsist çocukluğu sizinkini aşıyor! Gediz'in mekân ve form ilişkisi, 2001-2002 dönemlerinde, genel olarak, hem dönüşüme hem de tekrara yer veren bir ilişkiydi. Bunu kendisi de şöyle dile getirmekteydi, nitekim: "Ciddi bir kopya düşüncesi var, çocukluk desenleri, anı defterlerindeki süslemeler, dekoratif elemanlar… Onları tekrarlamayı seviyorum, çünkü bunlar her bireyin kendi kişiliğinin ifadesi olarak yeniden değerlendirilen karakterler. Bu özgünlüğün aslında herkes için geçerli olduğunu düşünüyorum. Dil gibi. Hepimiz "seni seviyorum" deriz, ama özel anlamlar yükleriz. Aslında aynı şeyi söylüyoruzdur. Resim, kopyanın kopyasıdır. Ben de özgün olmak isterdim. Bunları da çok istediğimden yapmıyorum ama başka bir çıkış yolu görmüyorum." (Özlem Altınok, "Egodan Kaçamayışın Hikayesi", Cumhuriyet, Haziran 2002'den aktaran 60 Yıl 60 Sanatçı (Ed. Levent Çalıkoğlu), s.88.)

Gediz'in bu söylediklerinde dikkatimi çeken iki nokta bulunuyor: Bunlardan biri, "Dil" meselesi. Belki çok klişe olacak ama, hep gözümüze sokulan bir cümle vardır: "Başlangıçta söz vardı ve söz…." şeklinde devam eden cümle. Gediz, "Dil gibi" dediği zaman, ben de önce bu cümleye geri döndüm; sonra da Dil'i Doğa ve Kültür arasında bir ara konuma yerleştiren yapısalcı Lévi-Strauss'a. Yani sıradan bir "Dil" meselesi değil; benim anladığım Leyla Gediz'deki. Sanki o da, "Dil" deki bu "ara"yı "aracılık"ı sevdiğinden bu sözcüğü kullanmayı tercih etmiş gibi geliyor bana. Takıldığım ikinci nokta ise Gediz'in, "Resim, kopyanın kopyasıdır" cümlesi. Bu cümleyle de Benjamin'e kadar gitmiş oldum; onun, bir fotoğrafın negatifinden yapılacak olan çoğaltmaların asla negatifin yerini tutmayacağı görüşlerine… Doğrusu, insanın zihni karışıyor. "Resim, kopyanın kopyasıdır. Ben de özgün olmak isterdim…" diyen Leyla Gediz, aslında burada bir anlamda "Atlantis 2000" ine gönderme yapmakta gibi…

"Atlantis 2000" Gediz tarafından, 2004 yılında Aksanat'ta Ali Akay ve Levent Çalıkoğlu'nun küratörlüğündeki "Hayalet Çizgi" Sergisi'nde de karşımıza çıktı. Sanatçılarla yapılan söyleşilerin de kataloğa dahil edildiği sergide, Leyla Gediz "Atlantis 2000" konusunda şunları söylemekteydi: "(…) Benim için burada önemli olan yüzlerin farkları. Hepsinin birbirine benzerliğini keşfetmek, giderek ilkinden uzaklaşmak, böylece bir yolculuğa çıkmak. Bunların hepsini reel zamanda, izleyici mekânın içinde ilerlerken (Beylerbeyi Sarayı'ndaki düzenlemeye atıf) bir önceki yüzü artık hatırlamamaya başlıyorsun. Çünkü çok fazla yüz gördün. En baştakinden uzaklaştın. Yeni bir yüzle karşılaşırken o en baştakinin bilmem kaçıncı permütasyonu iken bir yandan da ilk gördüğünü akılda tutamama sıkıntısını yaşıyordun. Bu iş hatırlamak istediğin halde arkanda bıraktığın 117 kişinin yüzlerini hatırlayamamak üzerine. Sana bir iki kerelik göstermek üzerine. Ama onlar yine de zihinde yer edemiyor. Çünkü birbirlerine çok yakınlar. "Asker yüzleri birbirine benzer" hikâyesi vardır. Demek istediğim hatırlamak ve kaybetmek, yani hafızada tutmak, sabitleyecek gibi olmak ama kaybetmek. O suyun içerisinde bu insanların yitmeleri gibi bir şey. (…) Aslında beni burada motive eden şey bir yüzü unutmak istemekti. O tek yüzün benim vicdanımda oluşturduğu ağırlıktan kurtulmaktı. O yükü atmaktı. Adım adım, parça parça hakikaten birisini hafızadan silme çabası. Biraz patetik bir şey. Bir yerde yazmıştım galiba "Bir insanı unutmak için kaç yeni yüzle tanışmak gerekir" gibi bir şey. Zaten diğerlerinin yüzlerini hiçbir zaman görmedin aslında. Tek bir fotoğrafın ağırlığı vardı bende. Tek yüz. Ama o yüzü pat diye unutamıyorsun. Onunla zaman geçirmek gerek. (…) Askerin yüzünün olduğu fotoğraf benim için her zaman bir semboldü. Bir trajedi her zaman başka trajedileri çağrıştırır. İnsanın kendi hayatındaki olumsuzlukları. Ben zaten sembollerle çalışıyorum. Sonuçta bu işin benim resimlerime olan bağlantısı varmış gibi geliyor. Yani o figür, denizaltında bir denizci olmanın ötesinde, benim hayatımda bir insandı. Birinin hayatında bir şeyin yerini tutuyordu. (…) Çizmek bende o kadar bilinçli bir süreç değil. Lineer bir sırası yok. Hani desenden başlıyorum, eskiz yapıyorum, sonrasında resme geçiyorum gibi. Başlangıçta tuvalin üzerine direkt çiziyorum. Son zamanlarda neyi çizmek istiyorsam o zaten boyarken tamamen değişiyor. Ve bir yere kadar boyadıktan sonra, bana göre daha çizgisel olan, daha illüstratif olan ortaya çıkabiliyor. Fırçayla da çizebilirsin. Dolayısıyla resim bir yerde resimleştikten, boya ile yüklendikten sonra da çizgi tekrar resim yüzeyine oturabiliyor. (…)" (Ali Akay, Levent Çalıkoğlu, Hayalet Çizgi, Aksanat Yayını, İstanbul, 2004, s.48.)

Bu oldukça uzun alıntının neden yapıldığı düşünülebilir ancak bu paragraf okunduğunda Leyla Gediz'in sanatçı kimliğine dair pek çok ipucunun elde edilebildiği görülmekte. Örneğn fotoğrafı nasıl dönüştürdüğü, burada belleğin nasıl devreye girdiği, nasıl ve ne ölçüde imgenin bellekten silinmeye yüz tuttuğu, sembollerle çalışıyor oluşu, sembolleri kendi "giz"lerini yüklüyor oluşu ve de tekniği…

Semboller, Leyla Gediz için gerçekten son derece önemli. Öyle ki, bazen resmin adının yerine de geçebiliyorlar. Resmi yaşamıyla, resimdeki özneyi/nesneyi yaşamındakiyle örtüştüren Leyla Gediz, resimlerini bazen bizim alışık olmadığımız adlarıyla anıyor. Dolayısıyla sırdaş resimler, bir anlamda onunki. 2003 yılında Galerist'te açtığı kişisel sergisinin adı boşuna "Sır Küpü" değil, sözün özü. Kaldı ki, "Sır Küpü" sergisinin katalog metni de Gediz'in resimlerinin bu yanını da açıklar nitelikte: "Leyla Gediz'in resimlerinde bir şeyler oluyor. Tanıdık gelen ama bütünüyle de kavranamayan şeyler. Resimler bazı ipuçları taşıyor ve siz o ipuçlarının izinde kısa bir gezintiye çıkıyorsunuz. Sanki bir tur atıp geri dönüyorsunuz. Bir temas, bir bağlantı kuruyorsunuz ama tam olarak emin olamıyorsunuz: kim, nerede, nasıl ve ne?" (Mika Hannula, "Zincirleme İlişkiler", Sır Küpü, Galerist, İstanbul, 2003.)

"Sır Küpü"nde olduğu gibi, "Üniforma"da da izleyiciye tanıdık gelen ipuçları vasıtasıyla bir gezintiye çıkmak ve bu gezinti sonrasında ise, bir bütünlüğe varmak mümkündü. Bu nedenle de yukarıda andığım yazımın başlığını "Üniforma'dan Unique-Form'a Leyla Gediz" koymuştum. Gediz'in sanatsal kaygısı daima kendini yenilemek olmuşa benziyor ve zaten bunu kendi de dillendiriyor: "…Benim karşı durduğum, bir şey yakala ve onunla kendini var et durumu. Sonra hayat boyu aynı resmi yap!" (Müjde Yazıcı, "Leyla Gediz'den Üniformalar", Radikal, 4 Ekim 2005, s.22.) Sergi kataloğuna eşlik eden Corinna Till'in metni de, Gediz'in bu görüşünü destekleyen satırlarla dolu. "Sistemli ve tanımlayıcı olmak yerine tutunmamayı seçmek keşfe devam (…) kural koyarak değil soru sorarak ilerlemek" (Corinna Till, Leyla Gediz Üniforma, İstanbul, 2005.)

Gelelim sergiye… Kural koymak yerine soru sorarak ilerlemeyi tercih eden Leyla Gediz, dördüncü ama bu kez sanal olan bu kişisel sergisinde 30 yapıt seçti. Bunlardan 15'i onun portreleri. Kimi zaman unutmak istediği kimi zaman belki tek bir tip imgeye dönüştürdüğü, kimi zaman, "Doppelgaenger"da olduğu gibi, bir anda ortalığı darmaduman ediverecekmiş hissi uyandıran narsist çocuğuna yer verdi. Gediz'in Üniformalar sergisi üzerine yazarken, onun Üniforma'dan Unique-formlara ulaştığını yazmıştım. Zira Gediz için mekan resim kadar önemli bir unsur. Hem resmin kendi mekanı hem de resmin sunulduğu mekan. Dolayısıyla da Gediz'in resimleri, enstelasyona en yakın duran resimler arasında, bana göre. Burada, bir sanal sergi olduğuna göre, nasıl bir mekan düzenlemesi olabilirdi Gediz'in? Resmin sağında solunda, sayfa düzenini göz önünde bulundurursak, altında üstünde nelerin yer alacağını planladı ve yine bir unique-form oluşturdu. Öyle ki, ilk portresi 2002 yılında gerçekleştirdiği bir portre ve bunu "Bir Yıldız Doğuyor" adlı portre çalışması izliyor. Bu iki portre bir arada değerlendirildiğinde, Gediz'in portrelerinin ya monokroma dönüştüğü (ilkinde olduğu gibi) ya da ikisi birlikte ele alındığında bu ikisinin kimliğinin birbirinin içinde eridiği görülmekte. Bir başka deyişle, yıldız, sanki ilk portrenin içinden doğmakta. Derken "Frigo" ile birlikte bir çekimserlik; "Doppelgaenger" ve "Bayrak" adlı resimlerde ise, birden beliren ve doğrusu kendini aratan narsist çocuk. Bunları izleyen 10 portrede de, Gediz'in "Kelebek"te olduğu gibi, Pop Kültür'e, Televizyon Kültürü'ne ait bir portresi, Aziz'de olduğu gibi, yarı sırdaş bir portre (Yarı sırdaş diyorum çünkü Leyla Gediz bu portreyi "Aziz" olarak anmıyor. "Erinç'in resmi" diyor). Dolayısıyla Gediz'in portreleri, İstanbul'da olduğu gibi tam anlamıyla sırdaş portreler. Bunların her birinin Leyla Gediz'de farklı farklı öyküleri olduğu çok açık. Hem Gediz'in konuşmalarından, hem portrelerin sırdaş bakışlarından, hem de Leyla Gediz'in resimlerinden beklediğimiz haşarılıktan ötürü…

Sergideki son 15 yapıt ise, tümüyle mekân üzerine odaklı. Bu mekânlarda bazen Gediz'in tekrardan hoşlandığını ifade ettiği formlarını görmek mümkün. Tıpkı "Kendi (li) Kare" de olduğu gibi. Bazen yine o narsist ve haşarı çocuğun bahçesinde olduğunuz izlenimine kapılmak. "Bahçe"de olduğu gibi. Kimi zaman, "Son Perde"de ya da "Duvar Kağıdı"nda olduğu gibi, yine tekrarlanan formlar ve o formlar arasında belki de bu tekrarlarla yüzleşen bir portrecik, daha önce de belirttiğim gibi, "Araba Mezarlığı"nda, tıpkı Yaya Sergileri'ndeki "Terakki 2002" adlı tuvalin davetkârlığı gibi, izleyiciyi de haşarılığa davet etme söz konusu. Ya da mekân dendi mi, artık aklımıza gelen, kentin sıkışık mekanı ve gökyüzünde nefes alma çabası içindeki üç beş kat. "Intercontinental" ve efsanesinden kopmuş ya da efsanesi Roland Barthes'ın günümüz mitlerinde vurguladığı gibi, günümüzün dilinden konuşur hale gelmiş olan (hikayesi bende gizli bir biçimde gerçekleşmiş) "Kızkulesi" gibi. Gediz'in fırçasıyla soğukluğundan arınmış bir "Karargâh", tanıdık ama bir o kadar da yabancı gelen ama aslında Maçka Parkı'nın giriş ve çıkışlarında yer alan kulübecikleri sunan "MDA", adı "Sığınak" olan ama insanın içindeki haşarı çocuğa adeta "şu yastıkların üzerinde zıpla" dercesine dönüşüme uğramış bir çalışma… Üzerinden yine kentin sıkışıklığını, bunalmışlığını vurgulayan bir binanın görüldüğü, binayı ya da gökdeleni adeta nefessiz bırakmış bir duvar, derken hemen yanında o "Sığınak"tan ya da "Duvar"dan kaçış planıymışçasına sunulan ve aslında yine Maçka Parkı'ndan aşina olunan fakat yine bir o kadar da yabancı gelen "B Planı", kuru bir ağaç ve üç küçük kulübecikten ibaret "İsimsiz (Manzara)" ve son olarak daha önceki kişisel sergilerinde yer almayan, bu yıl Madrid'deki Arco'da sergilediği "Kayıp Alay" ve "Büfe"…

Gediz'in resimleri üzerine çok öykü yazmak mümkün belki de. "Intercontinental"den "Kızkulesi"ne, "Kızkulesi"nden "Karargâh"a, "Karargâh"tan "MDA"ya, oradan "Sığınak"a, "Duvar"a, derken bir "B Planı" ve hani o ıssız ada öyküsü vardır ya onu hatırlatan bir "İsimsiz(Manzara)", "Kayıp Alay" ve de içine girsek diye çocukluğumuzda hepimizin can atacağı, ama bugünkü haliyle terkedilmiş minik bir "Büfe". Bu öykülerin de hınzır öyküler olacağına, narsist izleyici ve oyuncuların düşgücünü daha da arttıracağına hiç mi hiç şüphem yok, işin aslı!

Sözün özü, Gediz'in resimlerinde mekan ve form birbirinin ayrılmaz parçalarıdır, bu ilk kural. İkinci kural, Gediz'in kuralları bozmaya yeminli haşarı ve narsist bir çocuk olduğudur. Üçüncüsü ise, hem Gediz'in hem izleyicinin katılımıyla bunun bir oyuna, insanın kendisiyle, kendi belleğiyle, kendi narsist çocukluğuyla yüzleşmesidir, kayıtsız şartsız. Yüzleşmeden korkmadan, zevk alarak…






Serginizi
burada duyurabilirsiniz...

Hizmetlerimiz

sergirehberi@gmail.com







İletişim             Hizmetlerimiz             Gizlilik Politikası             Kullanıcı Sözleşmesi