sergirehberi.com


SERGİ         SANATÇI         MEKAN
Tüm Sanatçılar Güncel Sergisi Olan Sanatçılar


İrfan Önürmen






SergiRehberi Arşivinden:
Güncel Sergi    Gelecek Sergi    Geçmiş Sergiler    Görseller

Kişisel Sergiler    Karma Sergiler    Metinler    Metin_detay    Metin_detay   
Özgeçmiş   


İrfan Önürmen’le bir konuşma: “Bundan içersen daha uzun yaşarsın” - Nazım Dikbaş

İrfan Önürmen’le bir konuşma: “Bundan içersen daha uzun yaşarsın”

Nazım Dikbaş

Figürler: nadiren karşılaştığımız bir kaç iz, darbe, gölge dışında yüzleri yok. Bakıyorlar mı, düşünüyorlar mı, yaşıyorlar mı? Dünyada sığırlar ama vücutları konuşuyor, güç taşıyorlar, etraflarındaki nesnelerden, havadan fondan da yayılan bir güç İrfan Önürmen’ in resminin kavşağı: Genel toplumsal fırtınanın hasar raporu bir yanda, ışık ve rengin keşfedildiği dünya diğer yanda. Figür, ressamın bakışına yakalandığında, altından gündelik dünya çekilecek, ressamın duygusal kayıtsızlığının insafına kalacaktır. Figürün adına, beklenmedik, izinsiz, sınırlarını ihlal eden bir teşhircilik. Yüz sitilince, bireyin ismini mazeret saymak artık mümkün değildir, zaman kendi üstüne kapanır, kitleyi, kalabalığı, sürüyü çekip çeviren akımlar vücudu sarmalar. Nesneler dünyası da bu alanın içine çekilir. Gözlemci titreşimler yakalar, sürtünmenin bıraktığı izi takip eder, tekrarlerı kaydeder. Bunu gözlerimize, snir sistemimize, parmak uçlarımıza iletecek aracıyı inşa etmek, işte İrfan Önürmen’in projesi. Tuvalin yanı sıra, iki boyutlu ifadeyi zorlayarak, düzenleme deneyimleri yaparakkendine yollar arayan bu proje içindeki kırılmaların belki en çarpıcısı, pentül serisiyle gerçekleşti. Burada İrfan’ la tüm tüm bu tecrübeyi meydana getiren başlangıçlardan, silmelerden, ritmden konuştuk.

Nazım / Bir seri nerede başlıyor?
İrfan / Bir serinin başlangıç anını bilemezsin, bilemiyosun. Ressamın dilini, yaklaşımını, kendi ifadesini bulduğu konular vardır. Bunlar dünya görüşünü de oluştururlar aynı zamanda. Ressam, resimlerindeki konularda karşılaştığı sorunları alır, diğer işlerine taşır böylece seriler ortaya çıkar. Kendim için konuşayım ben, bilemiyorum.

Nazım / Geriye döndüğünde görebiliyor musun?

İrfan / Geriye dönünce görüyorum. Bazen serilerin başlangıç anları tutulan notlarda, daha önce yapılmış çalışmalarda uyuyor olabilir. Hatta son yıllarda yaptığım bazı serilerin ilk nüvelerinin 15-20 sene evvelki notlarımda olduğunu fark ettim. Çok şaşırdım o zaman . Bazı notlar almışım, ama bunları uygulamamışım, çünkü demek ki henüz olgunlaşmamış, zamanı gelmemiş daha. Belki teknik olarak çözemiyordum, belki kafa oarak olgunlaşmadı bende. Bu süreç içerisinde bir sürü tema birikiyor farkına varmadan, bir sürü fikri biriktirmiş oluyorsun.

Nazım / Biriktirme biçimini etkiliyor mu bu, artık başka şeyleri biriktirmeye, bazı şeyleri biriktirmemeye…

İrfan / Başlıyorsun, çünkü ayıklıyorsun, bazıları atılıyor, bazıları saklanıyor. Zaten o süreçte ne oluyor, hesaplaşmanın bittiğinin farkına vardığın anda artık diyorsun ki tamam, ve onu atıyorsun. Atmaya ya da başka belgeleri ilave etmeye başladığında başka bir seri, başka bir yolaçmış oluyorsun kendine, başka bir defter açmış oluyorsun, bu sefer oradan gitmeye başlıyorsun.

Nazım / Yeni yeni dikkatini çeken neler var mesela?

İrfan / Dikkatimi çok çeken bazı konular var aslında, son zamanlarda gazete üzerine yaptığım çalışmalarda, gazete okumaları diyorum ben buna. Çünkü ben gazetelere bakarken elimde kalem, uzanabileceğim bir yerde de boya oluyor muhakkak ve başlıyorum boyamaya filan başlıyorum, bir sürü imgeler geçiyor gözümün önünden. İşte reklam imgeleri, bir üçüncü sayfa imgesi, ya da herhangi bir şey olabilir. Önemli değil ne olduğu, orada elimin çok fazla gittiği ya da makasın çok fazla gidip kestiğim yerler var benim, insanın tüketimiyle ilgili görüntüler. İnsanın yaşantısını da standardize etmeyle ilgili bir takım imgeler, şöyle giyineceksin, ya da şöyle oturacaksın, şurada oturacaksın. Burdan içersen daha uzun yaşarsın, çilek bu boyda olmalıdır gibi. Oturma odası böyle olmalıdır, salon böyle olmalıdır, hep böyle insanı şemaya sokmak, standardize etmekle ilgili bir takım şartlandırmalar var, onları kesmeye, biriktirmeye başladım. O düzenlenmiş, sunulan, sanki böyle ısmarlama bir hayat sunuluyormuş gibi, bunun üstüne oturan, burada böyle böyle yaşasın der gibi sunulan o görüntü, o imge, benim çok ilgimi çekiyor. Bir de çocuklara dönük görüntülerde bile belli bir tip ayakkabı, kızlara başka bir oyuncak, bebek, bütün bunlar yeni değil aslında, bu tip olgular benim ilgimi çekiyor. Ama bakalım buradan nasıl bir sonuç çıkarırım bilemiyorum şu anda. Bir kaç keredir ele aldım mesela bu konuyu, düşünüyorum üzerinde, ama daha henüz büyük tuvalini boyamadım. Sadece bununla ilgili göndermeler yaptığım figürlü resimler boyadım. Örneğin ütü yapan kadın gibi iki konu yapmıştım. Onların arka planında bir düzen, ev düzeni görünüyor, orada ufak bir gönderme vardı, işte ben figürü de atıp tamamen o imgenin resmini yapmak istiyorum aslında.

Nazım / Ben dünyayı böyle görüyorum diye bir laf vardır ya…

İrfan / Benim derdim hep gerçek yapmak.

Nazım / Senin bahsettiğin resim gerçeği ,bir de görüntünün gerçeği var ya, televizyon ekranındaki, veya maça gittiğimizdeki görüntü, o nasıl bu hale geliyor ?

İrfan / Gerçekle ilgili bizim çok net yargılarımız olamaz, “gerçek şudur” diyemeyiz. Ancak gerçekler üzerine önerimiz olabilir, ne olduğuyla ilgili yorumlarımız olabilir bu bilim adamları için bile böyle. Benim gerçeklikle ilgili önerimi ben yapıyorum zaten resimde. Ben bunları, dediğim gibi, gerçek olsun diye yapıyorum. O bende nasıl oluyor biliyor musun, anladım ben senin ne demek istediğini, bu çok fazla böyle şudur, şudur, şudur diye anlatılacak bir süreç değil. İnsanın yaşantısıyla birebir örtüşen bir durum. Sen bir tavırdan bahsediyorsun, bir dilden bahsediyorsun, resimdeki o dille kendi yaşantımı örtüştürmeye çalışıyorum şimdi, konuşurken. Buradaki o hızlı, aceleci sürüş, benimle, benim yaşantımla çok ilşkili. Ben onu geleneksel bir üslubta da boyayabilirdim, ama boyamıyorum, öyle yapmıyorum ben. Aslında oturup yaparım da, yaşantım ve benim algım, o panik halim, o aceleci tavrım, kendimi sıkıştırılmış hissetmem, bana onu öyle boyatmıyor. Bu, insanın hayata bakışıyla ilgili. O bendeki resim yapma, figürü boyama çok sezgisel bir süreç. Kendi imgeni buluyorsun orada. Kendine dönüp bakıyorsun, hissediyorsun onu üretmek istiyorsun, ressamsın çünkü, yaparak görüyorsun. Sürekli tercihler yapıyorsun, sana ait bir dil oluşuyor. Vücudunun ritmi üretimi biçimlendiriyor. Duyguların ve vücudun ritmi, düşüncelerin, hepsi bir araya gelince oluyor bu, birisi diğerinden daha çok önemli değil. Bir resimde sezgisel yan artıyor, diğer resimde düşünceyle ilgili yan. Bu tasarlanmış bir şey değil çok fazla. Dışavurum. Bir kere figüre olan tavrım var, hareket var, o hareketin sıradanlığı var. Ben kendimle ilişkilendiriyorum bu olguları, oradaki hareket aslında benim kendimde izlediğim jestler ve burada bunu yaparak kendimi tekrar ediyorum ben. Soyunurken, giyinirken, banyo yaparken. Oradan ne çıktığını bilmiyorum ki.

Nazım / Resim başında yaptığın plana uyuyor musun ?

İrfan / Evet, tabii. Şöyle diyeyim: Benim çok büyük bir programım var. Çok büyük. Genel bir programım var oluşturduğum ve bunu uyguluyorum ben. Bu benim büyük resmi yapmamı, yani sürekli resim yapmamı sağlıyor. Figürü ele almam, gazeteyi ele almam, katmanlılık fikri, işin içine tülün girmesi, enstalasyon yapmam, bu büyük programla ilgili düşünceler. Ama bir de, o serileri ele alırken yaşadığım serüven tamamen şaşabiliyor, tamamen beni başka bir yere götürebiliyor ya da kendimi ummadığım bir çalışma içinde bulabiliyorum, büyük aklımdan çıkmadan. Gerilere dönebiliyorum, hiç tahmin etmediğim bir projeye başlayabiliyorum birdenbire, yeni bir yol, yeni bir seri, yeni bir sayfa açabiliyorum. Tuvale indirgersek, daha da küçük proğrama, bir tuali ele aldığımda niyetim var yapmaya ama sonuç hakkında bir fikrim yok. Baştaki niyetimle sonucu arasında tatmin buluyorsam, resim bitmiş demektir.

Nazım / Sürüp giden sorular var mı ?

İrfan / Var tabii. Resim yaptığım sürece bu sorular bitmez. Boya resmi, tuval ressamının tanımı, kağıt üzerine yapılan boyalar, tül malzemesini denemem, bunun enstalasyona dönüşmesi, gazete bloklarıyla enstalasyonlar yapmam, bütün bunları kendi içimde tek bir ifade biçimi gibi sunma isteği.

Nazım / Serilerde bir süreklilik duygusu var, ritm duygusuna benziyor…

İrfan / Müzikte nasıl bir ritm duygusu varsa, nasıl ritm olmazsa müzik de olmaz, resmin de bir ritmi var. O temel bir şey. Biçimle, desenle kendini gösterir, bunun bir sürü ifadesi vardır. Biçimin tekrarı. Bazen hızlanıyor, bazen daha sakin, resmi atmosferiyle ilgili, bazen algılamayacağın kadar geri plana çekilmiş. O serideki tekrar durumu ise şöyle oluştu, projede ekran formatında 45 iş yaptım. İmgeler aynı ekrandan geliyor, peş peşe, arka arkaya. Sergilerken de hepsini ekran blokları halinde sergiledim, televizyon stüdyolarındaki ekran panelleri gibi. İmgelerin aynılaştığı bir ritm duygusu.

Nazım / Peki izleyici senin resmine nereden girebilir ?

İrfan / Beğendiği yerden girebilir. Şunu demek istiyorum, resmin etkisini genele, tualin tamamına yaymak gibi bir isteğim var. Tualin yüzeyinde bir değil bir çok etki noktası, belki müzikteki karşılığıyla diyelim, senkop noktaları koymak istiyorum. Böylece göz tualin yüzeyinde zıplayabilir. Tek bir imge olsa dahi. Bu ilgi noktaları bazen gerçeklik parçacıkları olabilir, yapıştırmalar gibi bazen de çok soyut boyamalardır, artık formun dağıldığı, ya da iyice soyutlaştığı yerler. Bu noktalar tabii ki resim için heyecan noktaları, bunları resme mümkün olduğu kadar yayarım.

Nazım / Pentül’lerin boyalarla bağlantısı nedir ?

İrfan / Figürler var, kavramsal bir yanı da var bu işlerin. Dokunmayla ilgili bir şey var, boyutla ilgili, malzemeyle ilgili. Öğrenciliğimden beri kolaj yaparım, 90-91 yıllarında ise tual üzerine yapıştırmalara başladım. Bezler, danteller, tüller. Bunlarla oynarken şeffaflık deneyimiyle kolaj yavaş yavaş birleşmeye başladı ve pentül serisi ortaya çıktı. Tül, resimde espas sorunu üzerine yeniden düşünmeye sevketti beni. Saydamlık ve farklı bir derinlik duygusu oluşturmama olanak sağladı. Tül çok garip bir malzeme, hem kapatan hem de gösteren bir tarafı var. Malzemenin içinde kendiliğinden oluşan bir espas var. Klasik resimdeki boya yerine tülü kullandım ben burada.

Nazım / Peki bu resmini yaptığın kişileri kendine ne kadar yakın buluyorsun?

İrfan / Ben hep kendimi çok ortada bir yerde duruyormuşum gibi, böyle asılı, ortada bir yerde duruyormuşum gibi hissediyorum ve kafamın üstünde bir periskop var, hep sürekli bir yeri izliyormuşum gibi. Zaten öyle bir gelenekten geliyorum ben aslında. Gözleme dayalı, gerçekçi, figür resmi yapıyorum sonuçta.

Nazım / Kendi toplumsal arka planını düşünüyor musun, ressam olarak kimliğim zaten onun önündedir diye mi düşünüyorsun, ötekiyle hiç ilgilenmiyor musun ?

İrfan / İlgileniyorum aslında. Yaşamam gerekmiyor baktığımı, gidip örneğin o salonu satın almam, onun içinde yaşamam gerekmiyor. Sadece gazetede görmek yetiyor öyle bir kompozisyonu. Öyle çok fazla benimsediğimde söylenemez. Kendini yakan figür, göstericiler, yaşantı olarak çok fazla katıldığım çalışmalar ve üretimler. İmgeler geçiyor gözümün önünden, aynılaşıyor, biri diğerinden daha önemli hale gelemiyor. Onların içinden ben seçiyorum,onu seçiyorum, bunu seçiyorum, bazen bu rastlantısal da olabiliyor.

“ Değişim İlk Darbeden Başlıyor Zaten”

Nazım / Sen figür resmi yapıyorsun. Ama soyut resmi sevdiğini de biliyorum.

İrfan / Soyut resim yapar gibi tad alıyorum ben resmi oluştururken, kurgularken. Soyut resimde yapsam, figür de yapsam aynı plastik kaygıları, plastik heyecanı hissediyorum. Sanki soyut boyarmış gibi boyuyorum ben figürü. İmgeyi koyuyorum resmin ortasına ilk önce, ondan sonra imgeyle alakamı kesiyorum boyarken. Tamamen plastik kaygıyls boyuyorum. Plastik kaygının dışında, figüründe kendi içinde ayrılmaz bir plastik duruşu vardır, resmin bir elemanı gibi. Ama resmin o hikayesi ve başka çağrıştırdıkları, onlarla ilgilenmiyorum o andan sonra. İlk başta o kaygıyı koyduktan sonra, ben ona inandıktan sonra, resim alıp götürür kendini.

Nazım / Boyayla ilgili düşünceleri düşünüyorum, başka aşamalar var mı?

İrfan / Sürüş beni ilgilendiriyor. Şöyle söyliyeyim ben, son zamanlarda yaptığım gazete boyamalarında imgeyi seçiyorum, zaten önümde duruyor o benim, gazeteyi açtığımda, karşımda, bir imge, ya da daha fazla imge, yanyana duruyor, aslında birbirleriyle ilişkisiz gibi duruyorlar gazete sayfasında. Ama ben sayfanın geneline baktığımda, hepsinin biraraya gelmesinden, çok fazla daha üst bir imge, orada olmayan başka bir imgenin çıktığını hissediyorum. Onda sonra bu kurguyu bozacak olan bütün diğer öğeleri yok etmeye başlıyorum. Alıyorum boyayı, oradaki o atmosferi, duyguyu bozacak herşeyi kapatıyorum. Şunu keşfediyorum ben o süreçte, kapattıkça başka bir imge belirmeye başlıyor. Çünkü her müdehaleyeni bir alan açıyor, ve daha çok müdehaleetmek, daha fazla şey ilave etmek ya da çıkarma gereği duyuyorum. Figürün kendi içinde başka bir imgeye dönüşmesi benim ilgimi çekiyor, o etki. Kapanmalar, boyamalar, anlam bozmaları, var olan anlama başka bir anlam ekleme gibi.

Nazım / Gazete sayfasındaki kompozisyona nasıl müdehaleediyorsun?

İrfan / Tabii orada benim peşinen kabul ettiğim bir estetik var, fotoğraf estetiği. Sıradan fotoğraf ama gazete fotoğrafı, rastlantısal çekilmiş, anlık çekilmiş fotoğraflar. Ben onun üzerine kurguluyorum zaten resmimi, onun üzerine boyamaya başlıyorum. Nasıl boyuyorum o estetiğin tamamen dışında bir boyama benimki, çok ekspresif bir boyama, soyut bir boyama. O alttaki imgenin tamamen kaybolmamasına hiç bir zaman izin vermedim şu ana kadar. Ben bir şey söyliyeyim mi, gazeteyi bırak güneşe, biraz rengi sararsın, bütün etki değişir, hiç bir şey yapmana gerek yok. Ya da fotoğrafın etkisi, imgesi tamamen değişir. Değişim ilk darbeden başlıyor zaten, başka bir şeye dönüşüyor, sonra ne oluyor biliyor musun, o başkasının olan fotoğraf ya da imge, tamamen sana ait bir şey haline geliyor, sana dönüşüyor, sana çeviriyorsun, kendini döndürüyorsun her şeyi. O sana ait hale gelme, onu seçtiğin anda başlıyor. Ben bunu izliyorum. Belki de işin keyifli tarafı bu. O renkleri, armonileri, çizgiyi, lekeyi, o boya sürüşü filan koydukça, bunu bunu bunu alayım, gerisini istemiyorum dedikçe, onu sana ait kılarsın.

Nazım / Bir de gazetelerden oluşturduğun düzenlemeler var…

İrfan / Üç düzenleme yaptım böyle, Arşiv 1, Arşiv 2, Arşiv 3. Bunların üçüncüsünde aile konusuyla ilgili görüntüler, fotoğraflar ya da imgelerin bulunduğu gazete küpürlerinin üst üste birikmesi ile oluşmuş gazete blokları yan yana gelerek evleri, binaları ortaya çıkarıyordu. Hepsi bir arada durduğu zaman bir kent görüntüsü meydana geliyordu. İşimi yaparken İstanbul’un düzensiz gelişen mahallelerini düşündüm. Bu küpürlerdeki insanlar şehirdeki uyumsuz, mutsuz kalabalığa aitti. Aileye ve kente kuşbakışı baktırmak istedim.

Nazım / Seni çarpıcı olan mı daha çok ilgilendirmiyor, sıradan olan mı ?

İrfan / Benim günlük, sırada olanlarla işim var. Yanlızlıkla. Minimalist bir yaklaşımdan bahsetmiyorum. Basitlik, sıradanlık, işte nasıl söylenir o, yetmiyor mu bu üç tane?

Nazım / Cinsellik sahneleri de gündelik olanın içinde mi?

İrfan / Onlar da çok sıradan aslında.

Nazım / Sen o tarafıyla mı görüyorsun?

İrfan / Evet, öyle olması gerek, öyle zaten. Bu uzun zamandır erotik resimler, soyunan figürler yapıyorum. Çok basit bir hareket aslında, sıradan, insanların yüzlerce kere yaptıkları bir hareket. Beni bu resimlerde fazlaca ilgilendiren temalardan bir ten, teni boyamak, plastik bir istek, onu yapmaya çalışıyorum kendi adıma. İnsan çevresiyle bir bütün oluşturuyor, ben onları ayıramıyorum, ayrı ayrı kurgulayamıyorum hiçbir zaman. Yatak atmosferi içerisinde bacak ayrı bir şeydir, ten başka bir yerdedir diyemiyorum. Cinselliği mekansız düşünemiyorum. Dolayısıyla o cinsellik mekana da sızıyor. Hepsi birlikte anlamı tamamlıyor, figürlerle, tenle, cinsellikle beraber bir atmosfer oluşturuyor. Aslında cinsellik de çok fazla abartılması gereken, böyle idealize edilmesi gereken bir dürtü değil, insani bir şey, öyle çok bir zirve falan değil. Hep ara duygular var.

Nazım / Tedirginlik, tereddüt, çekingenlik, bu duyguların resmini yaptın mı?

İrfan / Zaten, bütün işlerimde tedirginlik var. Eylem öncesi ya da eylem sonrası bir an vardır ya, öyle geçiş anı gibi, diğer bir eyleme geçiş anı, orada insan aslında bütün yoğunluğunu yaşıyormuş gibi geliyor bana. Hepsinde var o. Yani ben resmin bu tarafında mıyım o tarafında mıyım? Örnek vereyim, kendini yakan figür resmi. Ben o resimde kendini yakan kişiden yana mıyım, yoksa ona karşı mıyım? Figürlerde de bu karasızlık var. Kendi eylemlerini yaşıyorlar. O ortama içkinler. Ben onları onaylıyor muyum, ya da onları yeriyor muyum, eleştiriyor muyum, öyle bir şey yok. Sadece gösteriyorum.

Nazım / Duygusal bir kayıtsızlık var.

İrfan / Duygusal kayıtsızlık, evet, bu çok güzel, altını çiz bunun.

Nazım / Ama ben seni yine de hep çok coşkulu görüyorum…

İrfan / Sen bende, çoşkunun ötesinde, işimi çok sevmemden kaynaklanan, resme olan ilgimi görüyorsun.

Nazım / Sen bana geçen gün şey dedin, Ben genele bakıyorum dedin…

İrfan / Hah, bak bu çok önemli…

Nazım / Bunu konuşalım çünkü ben bunun biraz ne olduğunu anlıyorum, ama bunu hep sürdürmek nasıl mümkün, ne zamandan beri sürdürebiliyoyorsun, en baştan beri?

İrfan / Evet, en baştan beri genele bakmak istedim ben. Ama bu bakış giderek daha da kuvvetlenmeye başladı.

Nazım / O his sürekli mi?

İrfan / Var, daima var, o his bende hep var.

Nazım / O hissi resimlerinde görüyor musun?

İrfan / Resimlerime yansıyor. O an için çok güzel olacak diye bir resim yapmam, çok iyi olacak bu seri, biraz daha güzelleştireyim diye resim yapmam. O konseptin tutarlı olmasına dikkat ederim, iyi boyamayla, kötü boyamayla ilgilenmem, hatta resmin içinde çok kötü çözülmüş detaylar vardır, ama bu genelin kalitesine etki etmiyorsa, o zaman umrumda bile değildir.

Nazım / Sadece kendin için yaptığın resimler var mı?

İrfan / Bazı resimlerim var.

Nazım / Onlarda izleyici de sen mi oluyorsun?

İrfan / Evet, ben oluyorum orada. Var öyle resimlerim var. Ama bu çok önemli değil.

Nazım / Ama o üçgene önem vermen önemli.

İrfan / O önemli tabii. Çünkü o olmazsa ben resmimle ilgili gelişimi sağlayamam.

Nazım / Resim yaparken o üçgeni düşünürsek, seninle resim arasında bir gidiş geliş var, o bir haz mı?

İrfan / Haz. O büyük bir varoluş ve kabulleniş. Dünyanın seni kabullenmesi. Hayatın. Sen bana hayata nasıl baktığımı, hayatı nasıl gördüğünü sormuştun. Hamamın içinde rahatlaman ve terlemen gerekirken, üşüyorsun. Bütün olan biten sen üşüyorsun. İşte bütün hayatla böyle bir iletişimim var. Televizyon görüntüsünden tut, sokakta bir saniye gözüme takılan figüre kadar, herşeyle olan iletişimim böyle. Bu tamamen görsel bir alan, belli bir süre sonra herşey görselleşmeye başlıyor. Ressam olduğum, artık herşey hemen benim süzgecimden geçtiği için, plastik bir şekilde görmeye başlıyorum. Görsel dünyanın içine o görüntüler çekiyor hemen. O görsel dünyanın içine ben de giriyorum tabii.

Nazım / Bir hatırlama var burada. Bir bilgi üretimi.

İrfan / Evet, yeni bir bilgi bu. Bütün bunların anlamı üzerine yeniden düşünmemi sağlıyor. Bir şey görüyorsun, bunun resmini yapıyorsun, kendi alanına çekiyorsun onu. Resimsel kavramlarla düşünmeye başlıyorsun.

Benim için resmin merkezi yok

Nazım / Hiç yüz çizmiyorsun. Bütün yüzleri tek tek, özenle, hiç birini bırakmamacasına siliyorsun. Buna ne zaman kara verdin?

İrfan / Daha akademinin ilk yıllarında kara verdim ben buna.

Nazım / Çok nadiren bir ifade izi, bir ifade kırıntısı var.

İrfan / Var. Gönderme yapar gibi.

Nazım / Ama yüzdeki o yoğunluktan eser yok. Sana kararı ne verdirdi?

İrfan / Ben resmin genel etkisiyle daha çok ilgileniyorum, resmi soyut gibi algılıyorum. Yüz yoğun bir yer, resmin merkezi haline geliyor. Soyut resmin, müzik gibi, insanın içine işleyen etkisi var ya, belki ben öyle bir etkiyi arıyorum. Yüz, bakış insanı çok fazla başka çağrışımlara götürüyor. Resmi ele geçiriyor. Ben resmin bütünü resmi ele geçirsin istiyorum. Yüze belli bir ifade yüklemektense, o alanı da kendime ait kılmak istiyorum.

Nazım / Üstlerine yeni bir yüz çizmiyorsun…

İrfan / Çizmiyorum kapatıyorum çünkü sonuçta ne oluyor biliyor musun, o yüzdeki imge, olması gereken imge, bakanın kafasında belirmeye başlıyor. Orada yüz olmadığı zaman ona bakan, orayı tamamlıyor.

Nazım / Göz onu da vücudun başka organlarına, bir kola, bir bacağa baktığı kadar hızlı geçiyor…

İrfan / Hem vücuda, hem de bir koltuğa baktığın gibi bakıyorsun. Aslında resmin soyut kurgusundan bahsederken kastettiğim bu. Benim için yüzdeki ifade, anlam, oradaki dram filan önemli değil. Dram varsa resmin genelinde vardır zaten. Resmin bütününün plastik etkisi daha önemli. Zaten kendisi imge, bütün herşeye sinmiş olan imge. Benim için resmin merkezi yok o anlamda.

Nazım / Bu resimlerde genelde yapmadığın bir şey var. Bu yüzlerdeki boyayla kapatma…

İrfan / Bu ne biliyormusun, son tül sergisinde konularım röntgencilik ve teşhircilikti. Tülleri yaparken, bunların boyalarını da yapmaya başladım. O konuyu boya olarak ele aldım ve netteki kadın imgelerini incelediğimde, onlarla ilgili görüntüler indirdiğimde, genelde şöyle bir şey farkettim, yüzleri saklamak. O bana çok çarpıcı geldi görsel anlamda, kadın kendini teşhir ediyor orada ama kimliğini gizliyor. Oradan yola çıkarak bir takım tuvaller oluşturdum, küçük boylu. Oradaki kadrajlar hep böyle web sayfaları. Yüzler yok. Kendini gizleme ama eylemi yapma. Kendini göstermek istemiyor. Kendini yok ediyor. Belki de kendisi bile kendi resmine bakarken bir başkasına bakıyormuş gibi bakıyor.

Nazım / Mesela burada bir yüz ortaya çıkmış.

İrfan / Bunlar 2002 sergisi için yaptığım gece resimleri. Basında, gazetelerde, magazin dergilerinde gördüğümüz görüntülerden yola çıkarak yaptığım araba, kaçamak resimleri. Bu resimde o ifade çok önemliydi, o sırıtış…

Nazım / Ama sen o sırıtışı bayağı pis bir şey haline getirmişsin.

İrfan / O sırıtış benim çok ilgimi çekmişti zaten. Onu vermem lazımdı yani, o sırıtışı.

Nazım / Bazılarına bakıp konuşalım. Tembellik, uyuşukluk, gece hezeyanı. Kendinden geçmişlik. Müsriflik. Gevezelik. Kendinden gereksiz derecede eminlik…

İrfan / Medya üzerinden resim yapıyorum ben, benim yaşadığım, benimle birebir örtüşen değil de, bize sunulan yaşamların resmini. Bir de böyle tuhaf bir olgu var, kişilik olamama durumunun, olmamasının yerine başka bir şeyin, örneğin güzel bir arabanın konması, ya da insanların günün modasına uygun şekle hemen girmesi.

Nazım / Şımarıklık, kendinden aşırı derecede memnun olma…

İrfan / Bu çok rahatsız edici bir durum.

Nazım / Ama sen bunu sadece zenginde görmüyorsun, ütü yapan kadında da görüyorsun.

İrfan / Aynen öyle, insanlar kendi bulundukları durumdan o kadar memnunlar ki, bu rahatsız edici bir şeydir. O büyük kabullenişler var ya, rahatsız edici kabullenişler, o kadar yaygın ki. O kadar emin ki, o kadar harika ki , öyle seviyor ki kendini , o kadar iyi hissediyor ki kendini, olmaz diyorsun böyle bir şey. Dediğim gibi, bu her kesimde var. Şurada durağın kenarında bilet satan adamın, kendinden emin tavrı, oraya parsellenmiş ve bütün dünyaya çevirmiş hali var ya çevresini, bu rahatsız edici bir şey. Altında son model bir jaguarla Boğaz’da gezen adamın, son derece pahalı bir gömlekle gezen adamın kendinden emin haliyle arasında bir fark yok bu anlamda. Ben kimim diye soru sormuyor insanlar. Eleştirmiyorum, sadece bu hal bana ironik geliyor.

Erotik resim bir ana başlık

İrfan / Benim resimlerimdeki erotizm nasıl bir erotizm, senin üzerinde bıraktığı etki nasıl?

Nazım / Kadın çok önde, genelde idealize bir kadın resmi var.

İrfan / Bize medyada sunulan kadın mı bu ?

Nazım / Evet, ona yakın genelde o var.

İrfan / Peki orada da diğer insanlara yüklediğim o şablon var mı ?

Nazım / Var, ama benim demek istediğim, yüzde yaptığın o silme var ya, bunların bir şekilde vücuda da taşınmış gibi, şiddet var ve bir soyuta kaçış var.

İrfan / Resim beni oraya götürüyor.

Nazım / Erotik resimleri yaparken farklı bir zevk alıyor musun, seni resim yapmaya iten güç demiştik ya…

İrfan / Hiç farklı değil. Hiç farkı yok demesem de, mesela fark şu, dayak resmini yapmam belki ben bir daha, ama erotik resmi yaparım, hep yaparım, hep yaşarım. Benim peşimi bırakmayan bir konudur erotizm. Televizyonda, gazetede gördüğümüz dayak görüntülerindeki şiddet bana çok çarpıcı geliyor, görsel olarak çarpıcı. Ben her zaman bir seks görüntüsündeki, bir erotik, bir porno görüntüsündeki, iki – üç insanın ilişkisi, dayaktaki ilişki, bir de futbol maçındaki sevinç gösterilerindeki o ilişkiler arasında parelellikler kurdum.

Nazım / Porno ama kurulmuş bir şey, pornoda yönetmen var, ötekilerde…

İrfan / Ama ben görsel bir ilişki kurdum aralarında.

Nazım / Elbette toplu dayakta da komiser var, veya tribünde amigo. Ev pornoları, herkesin kendi çektiği pornolar da o parelellik var mı ?

İrfan / Var, üstelik daha çok var onlarda, o çok keskin çünkü. Zaten niyetten başlıyor keskinlik, öyle bir şeyi ele almaya, filmini çekmeye niyetlenmek şiddettir o anlamda.

Nazım / Peki erotikleri hiç bırakmam diyorsun ya, o hep kalacaktır, medyadaki haliyle mi erotik görüntüden hiç ayrılmayacaksın, yoksa…

İrfan / O hep değişir, o ne yöne doğru gider şu anda bilemiyorum. Erotik resim bir ana başlık gibi. Modeli alıp, karşıma koyup, atölye ortamına getirip, ondan bir resim yapmak istemiyorum. O zaman içinde ne şiddet var, ne erotizm var, ne röntgencilik var, ne teşhir var, hiç bir şey yok, bana çok huzursuz geliyor, modelin orada durması beni heyecanlandırmıyor üretim açısından. Ama bir web sayfasına girip, internetten bir kadın resmine bakmak daha heyecan verici bir şey, ya da bir gazetenin arka sayfasındaki kadın fotoğrafına bakmak daha kışkırtıcı. O resim yaptırır bana.

Nazım / Stok görüntülerdense, arkasında bir hayat hikayesi olan görüntüler mi seni ilgilendiren?

İrfan / Hayır, illa ki bir hayat hikayesi olması gerekmez, ayrıca stok görüntülerde bile bir hikaye vardır. Bu çok kilit bir şey. O hikaye ne kadar kurmaca olursa olsun, yalan da olsa, inanmasam bile hatta o poz bile olsa, o poz bile bir hikaye aslında. Oradaki klişe durumu, şablon durumu, o beni heyecanlandırıyor. Hepsinde bir yüzsüzleşme meydana gekiyor, yüzün silinmesi anlamında. Bir üniforma haline geliyor her şey stereotipler oluşuyor, adamı görünce, anlıyorsun hemen patron olduğunu, kılığı kıyafetiyle. Bir yerde daha söylemiştim bunu, bir hırsızın eşgalini tarif edersin ya, onun gibi bir tarif yapmak istiyorum ben. Parelellik şurada, Esentepe’deki patronun klişeliği ile, fotoğraftaki kadının klişe duruşu arasında bir fark yok.






Serginizi
burada duyurabilirsiniz...

Hizmetlerimiz

sergirehberi@gmail.com







İletişim             Hizmetlerimiz             Gizlilik Politikası             Kullanıcı Sözleşmesi