sergirehberi.com

 
SERGİ         SANATÇI         MEKAN
Haftanın Sergileri  •  Güncel Sergiler  •  Gelecek Sergiler  •  Geçmiş Sergiler

1. İstanbul Trienali: Şehrin Gizli Dili



04.10.2010 - 24.10.2010



Hünkar Kasrı Sergi Alanı 
 

Arpacılar Cad. No: 29
Eminönü Fatih İstanbul






Detay Bilgi


Detay Bilgi


ŞEHRİN GİZLİ DİLİ

Bulunduğu coğrafyada günümüze özgü küresel sanat oluşumları açısından en verimli ve çekici kent olan İstanbul’da çağdaş sanat üretiminin, tüketiminin, izleyicisinin ve yapımcılığının geçmişte kalmış modernist ve sınıfsal bir yalıtmayla seçkinci bir kitleye özgü bir birikim ve etkinlik gibi sunulması ve algılanması, Türkiye kültür sanayinin en önemli sorunlarından birisidir. Küresel kültür özellikleri ve İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasının gerekleriyle bağdaşmayan bu düzene tepki duyan ve değiştirilmesi gerektiğine inanan bir grup sanatçıdan oluşan Bağımsız Sanat Derneği, 1. İstanbul Trienali’ni başlatıyor.

Üç yılda bir düzenlenecek olan Trienal’in bu ilk etkinliği, Eylül ve Ekim aylarında, yirmibeş yerli sanatçının katılımıyla ‘Şehrin Gizli Dili’ adı altında gerçekleştiriliyor.

Şehrin Gizli Dili’nde; farklı kültür alaşımlarının ve çatışmalarının yaşandığı İstanbul’da, bir ayrılış gerekçesi ve buluşma vesilesi olarak, “yalnızlaşma-yabancılaşma-kimliksizleşme-dilsizleşme” kavramlarının etrafında üretilmiş resim, fotoğraf, düzenleme, heykel, video türlerinde yapıtlar sergileniyor.

Farklı disiplinlerde üretim yapan Bağımsız Sanat Derneği sanatçıları, Şehrin Gizli Dili ile, çözülemez gibi görünen toplumsal sorunlarımıza, önyargılardan kurtularak ve İstanbul’un kent belleğinde dip akıntı olarak var olan bilge sese kulak vererek çözüm odaklı yaklaşmayı öneriyor.

Gelecekte yurt dışından sanatçıların katılımı ile bütünüyle uluslararası bir niteliğe büründürülmesi öngörülen 1. İstanbul Trienali’nin taşınabilir bir sergi olarak tasarlanan ilk yıl etkinliği olan ‘Şehrin Gizli Dili’, önce 2-19 Eylül 2010 tarihleri arasında İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Sanat Limanı’nda, ardından 4-24 Ekim 2010 tarihleri arasında Eminönü – Hünkâr Kasrı’nda ve Taksim Metro İstasyonu’nda izleyicilerini bekliyor.


ŞEHRİN GİZLİ DİLİNİ KEŞFETMEK

Ümit Gezgin / Sanat Eleştirmeni
“Şehrin Gizli Dili” slogan olmanın ötesinde bir anlam taşıyor. O yaşadığımız şehre duyarlı olmaya çağırıyor şehirliyi en başta. Evet, yaşadığımız şehre karşı ne kadar duyarlıyız artık? Yaşadığımız bu şehrin, giderek bütün yaşanılan şehirlerin kendi iç gerçekliğini ne kadar hissediyor insanlar? Dahası böyle bir hissetmeyi yaşayacak duyarlılıkları, telaşsız sakin zamanları ve bakış kültürü kaldı mı?

Bu trienal şehre karşı mücadelenin değil, ona karşı daha şefkatli davranmanın adı olarak ön plana çıkmak istiyor. Bugüne kadar yapılan diğer bienallere bakıldığında, özellikle İstanbul şehrini merkeze almış olanlarının, hiç de sanıldığı gibi şehirle ilişkisinin şefkat üzerinden konum almadığını gördük ve tuhaf bir şekilde aslında şehre ne kadar yabancılaştığımızı da derinden derine hissettik. Oysa yaşadığı şehre yabancılaşmış bir insanın geleceğinin de sağlıklı olamayacağını bilerek, şehre karşı takındığımız tavırda değişiklikler de yapmamız gerekiyordu.

Oysa bakın biz bunları yapmadık. Bilakis, şehre karşı hasmane bir tutum takındık, giderek şehri büyük ve müebbet bir ülke, bir sonsuz alış-veriş cenneti, ölümün yok olduğu bir toplam vb. olarak tasavvur ettik. Bu da şehre karşı git gide daha da artan bir yabancılaşmayı doğurdu.

Oysa şehrin gizli dilini, anlamını, derinliğini keşfetmemiz gerekiyordu. Ama şehirde yaşayan, kendi şehir-ülkesine yabancılaşmış kalabalıkların, hatta sanatçıların da bunda suçu yoktu belki. Çünkü önlerine konulan şehir, aslında yaşadıkları, nefes aldıkları, geçmişine de her gün tanıklık ettikleri şehir değildi. Başka bir absürd varlıktı o, büyük tüketim kentleriyle özdeşleştirilmeye çalışılan, hep ötekileştirilen, yabancılaştırılan bir varlıktı.

Bir kadim şehre karşı yapılan bu düşmanca tutum, aslında İstanbul gibi bir şehri de kahrediyordu, ama medya organlarını ellerinde tutanlar, şehre böyle bir deli gömleği giydirmekten, toplumu ve sanatçıları da bu şekilde bir şehir algısı içinde ötekileştirmekten çekinmediler.

Yabancılaştırılmış bir şehir, kendi insanlarını, giderek sanatçılarını da yabancılaştırıyordu haliyle.. Sonuç ortada; kendine yabancılaştırılmaya çalışılan bir şehir ve o şehrin vitrin hayranı insanlar.. Bu noktada şehrin gizli diline çağrı çok daha önemli bir hale geliyor…


BU TRİENAL ŞEHRİN GİZLİ DİLİNİ KEŞFE BİR ÇAĞRI

Bu trienalin böylesi bir özelliği var. Bir sanatsal çağrı aynı zamanda bu. Şehrin o artık yitiklere karışmış, vitrinlerde sanallaşmış bir tüketim nesnesine dönüşmüş, kaldırımlarda, caddelerde birbirlerine adeta küs haline getirilmiş insanların yaşadığı gerçekliğini; o dili ayrıştırarak tersine çevirmek.

Bu ayrıştırmayı elbette sanatçılar yapacak; şehrin gerçek gizli dilini de keşfederek yapacaklar bunu. Şehrin sahte yüzünü göstererek ve gizemin derin katmanlarına inerek yapacaklar bunu. Eserlerinin ucuz ve oyuncak olmadığını, dahası kendilerine gerçekten fırsatlar verildiğinde, ruhlarındaki şehirle harmanlanmış fırtınaları daha derin kavrayışlarla ortaya çıkarabileceklerini ve bunun da aslında yaşadıkları şehri anlamanın birer anahtarı olduğunu onlar, çok güzel gösterecekler.

Bu şehir, bu kadim şehir, Bizansa kadar uzanan ve Osmanlı evrensel hümanizmasıyla özgün bir kimliğe kavuşan ve Cumhuriyet’le yeni bir kimlikle devam eden bu şehir; özgün sentezini oluşturacakken, bunu ıskalamış olmanın acısıyla da dolu olarak, sanatçıları kendisine çağırıyor. Kadim kültürü ve varlığı bütün insanlara evrensel bir sanat yaratımı olarak geri dönebilecek potansiyelde olan şehir, evet artık hem sanatçıları, hem şehirliyi ve dahası dünyalıyı kendisine çağırıyor. Artık barbarların istilasından kurtulmak için de, maskeli yüzleri değil, gerçek evlatlarını kendisine çağırıyor. Gizli Dili’ni, öz varlığını keşfetmek, kendisini anlamak ve anlatmak için yapıyor bunu.

Bu sese kulak vermek gerekiyor. Bu bienalin amacı da o; şehrin gizli sesine, içten çağrısına en yalın anlamıyla ilkönce kulak vermek. İnanın o ses, yaratının en özgün ve evrenselini ortaya koyacak ve bienali de diğerlerine örnek olacak bir sanatsal realite düzlemine çıkaracaktır…
H. Ziya Taşkent


Şehrin Gizli Dili’nin Gizil İmkânı

Bu kent, kabuğunun altında bin yılların tortusunu taşıyor. Hiçbir yer küre parçası, belki de İstanbul denli zengin bir fihriste sahip olmadı. Geçirdiği evreler boyunca; uğruna kan dökülen ülküler, dil dökülen sevgililer, ter dökülen yapıtlar, hiçbir kentte İstanbul’da olduğu kadar derin izler bırakmadı. Milyon Taşı’nın yalnızca coğrafi mesafeleri ölçmek için dikilmiş bir sıfır noktası olduğunu kim iddia edebilir? O ayrıca, uygarlık birikiminin referanslarından bir ‘orijin’i imlemiyor mu? İstanbul’da olmak, İstanbullu olmak ile bitiştiğinde baş gösteren ‘merkezdelik’ duygusu, anakronik emperyal bir kibir olarak mı nitelenmeli?

Zaman içinde egemen uygarlıkların ad ve mekân değiştirmesi gerçeğince örselenmiş olsa da İstanbul’un alacası, kıyamete dek bitmeyecek bir kredisi var kendisini şehirler panteonunda tutmaya yetecek.

Peki ya işbu kalabalık için ne menem bir değer taşır bunca söylenen? İstanbul, cesametiyle boy ölçüşen diğer büyük kentler gibi, heyulâ gibi çöküyor değil midir sâkinlerinin üstüne, tüm iri kıyım kurumları ve kocamışlığın kurumu ile?

Bu kentte olduğu kadar aşsız, barksız, kakılmış, tüketmiş, tükenmiş nerede yaşıyor –yaşamaksa-? Mülkiyet dağılımındaki asimetriden doğan şiddet, bazen de, cam silici karaşın çocukların, trafik lambalarının kırmızı ışıklarını boğaya verilen ‘saldır’ komutu olarak alımlaması değil midir?
Şehrin Gizli Dili, bu sorulardan huzursuzluk ve kaygı duyan bir öbek sanatçının elinin ettiğidir. Her birinin kişisel öyküsünde, kent ölçeğinde yaşanan travmadan çapaklar vardır. Her biri diğerine göre, kendisine yaban olduğu hissettirildikçe yabancılaşan, olan biteni yalın kavramayı denerken yalnızlaşan bir hemşehridir. Kamusal gürültülerin tozu toprağı altında atomize yaşanan hayatların şizofrenisinden paydaştır her biri. ‘Kamus, namus’ ise onuruyla oynanmanın dilsizleştirilip kimliksizleştirme olduğu formülü, belleklerince tekrarlanır durur.

Şehrin Gizli Dili ile, yukarıda dramatize edilen klostrofobik fanus çatlatılmak isteniyor. Önyargısız bir yeltenme ile tanış olmanın, birlikte volta atılacak bir teneffüs avlusu inşası için gerek şart olduğu kabulu ile yola çıkılıyor. Tanış olma işteşliğinin bir yanında, etkinlik katılımcısı sanatçılar, yapıtlarıyla takdim ediyorlar kendilerini ve niyetlerini, kartvizitlerini ya da kafa kâğıtlarını tutuşturuyorlar ziyaretçilerin eline bir deyişle.

Hem hayatta, sanattan özge neyimiz var ki, anlamlı tutamak olsun hayata tutunma gerekçemize?






Serginizi
burada duyurabilirsiniz...

Hizmetlerimiz

sergirehberi@gmail.com







İletişim             Hizmetlerimiz             Gizlilik Politikası             Kullanıcı Sözleşmesi