sergirehberi.com

 
SERGİ         SANATÇI         MEKAN
Haftanın Sergileri  •  Güncel Sergiler  •  Gelecek Sergiler  •  Geçmiş Sergiler

1950'ler İstanbul'u
Ozan 
Sağdıç

Fotoğraf Sergisi



07.08.2010 - 16.09.2010



Art Loft Fototrek Olympus Galeri 
 

Dümen Sok. No: 11 Gümüşsuyu İş Merkezi
Gümüşsuyu Beyoğlu İstanbul

212-251 90 14


www.artofistanbul.com






Detay Bilgi


Detay Bilgi


FOTOGRAF SERGİSİ / 1950'LER İSTANBUL'U / OZAN SAĞDIÇ /07 AĞUSTOS - 03 EYLÜL 2010

Fotograf Geçidi : İstanbul 2010 projesinin on ikinci sergisi Ozan SAĞDIÇ'ın 1950'LER İSTANBUL'U isimli çalışması.

07 AĞUSTOS 2010 Cumartesi günü saat 19:00'daki kokteyl ile açılacak olan sergi, 1 yıl sürecek Fotograf Geçidi : İstanbul 2010 projesinin on ikinci sergisi olacak. Serginin yayınlanacak olan katalogu da aynı gün izleyicilere sunulacak.

Bu portfolyoda, Ozan Sağdıç’ın İstanbul yıllarından 1950’lerden izlenimler görüyorsunuz. Siyah beyaz teknikte geliştirilmiş, o dönemin İstanbul coğrafyasında, bugünün nostaljisiyle terbiye görmüş, benzersiz İstanbul yaşamının fotografları. Ne kadar değerli belgeler, fotograflar. Bunlar yalnız fotografın tarihsel belge olarak önemini sergilemiyor. Onlar, fotografın içinde fotografçayı keşfeden herkesin baş eser sayması gereken bir ömrün özetidir.

Gültekin ÇİZGEN Sanat Yönetmeni / Küratör


OZAN SAĞDIÇ'IN KALEMİNDEN 1950'LER İSTANBUL'U

BEN FOTOGRAFA BAŞLADIĞIM ZAMAN
Ben fotografa başladığım zaman, 1953 yılının yazıydı. Elime geçen kameraya fotograf makinesı demek, türününün öncüsü olan Kodak Browny’lere bile haksızlık sayılabilirdi. Daci markasını taşıyan bu teneke kutu, herhalde savaş sonrası Almanya’sında çocuklar için üretilmiş bir oyuncaktı. Ama yine de, bir rolfilmle 12 kare fotograf çekilebiliyordu.

Ben fotografa başladığım zaman, Matbuat Umum Müdürlüğü’nün yayını olan ve hiç bir yerinde yazılı olmadığı için o tarihte adını bilemediğim Othmar’ın fotograflarıyla hazırlanmış albümünü defalarca seyretmiştim. Şinasi Barutçu’nun bir kitabı vardı, onu okumuştum. Bütün görgüm bilgim bundan ibaretti. Ama dolaştığım her yerde “Şuradan bir fotograf çekmeli” der dururdum kendi kendime.

Ben fotografa başladığım zaman, Kabataş Lisesi’nde yatılı öğrenciydim. Son sınıfı okurken oyuncak makinemi da yanımda getirmiş, İstanbul’la tanıştırmıştım. Hafta tatillerinde tramvayların son duraklarından başlayan gezilerle “İstanbul içi Evliya Çelebi’lik” günlerim başlamıştı. Derken bir sabah uyandığımızda Boğaziçi buzlarla kaplanmıştı. İlk İstanbul karelerime bu geziler ve böylesi olaylar bunlar yansıdı.

Ben fotografa başladığım zaman, Haliç kıyıları imarsız ve bakımsızdı. Yağ İskelesi, Yemiş İskelesi, Unkapanındaki kum motorlarının dermeçatma iskeleleri, kalafat yeri, mavna ve taka leşleri ile kıyılar kirliydi belki, Perşembe Pazarı gürültülü ve çamurlu bir sanayi semtiydi. Buralarda ekmek parası peşinde ter döken insanların pek çoğu yamalı elbiseler içindeydi. Ama insancıklardı, saf ve yalın...

Ben fotografa başladığım zaman, burunsuz otobüsleri henüz görmemiştik. Kaptıkaçtı büyüklüğündeki şehirlerarası otobüslerin toplu otogarı da yoktu, Anadolu ve Trakya otobüsleri Sirkeci’in dar sokaklarından kalkıyorlardı. Kentin caddelerinde ise belediye otobüslerinin değil, hâlâ tramvayların saltanatı sürüyordu. Tünel kömürle çalışıyordu. At arabaları trafikte önemli bir yer tutuyorlardı.

Ben fotografa başladığım zaman, Boğazdaki uskumru ve palamut akınları, Haliç’i bile dolduruyordu..Kuzu gibi toriğin tanesi 50 kuruşa satılıyordu. Sahiller boyunca çiroz kurutma tezgahları göze çarpardı. Eminönü balıkhanesine 300 - 400 kiloluk orkinozlar gelirdi. İllâ ki, Kumkapı balıkçı barınağı alabildiğine pitoreskti. Beyazıt'ta Çınaraltı kahvesinde nargileler fokurduyor, Eyüpsultan'da uçamayan leyleklere bakılıyordu. Eminönü'nde Yaşar adında bir pelikan vardı, bir de fok balığı.

Ben fotografa başladığım zaman, İstanbul’un nüfusu henüz bir milyonu yüzbin kadar geçmişti. Şehrimiz milyonluk kentler arasına girdi diye göğsümüz kabarıyordu. Daha önce kutlanmazdı herhalde, fethin 500’üncü yılı görkemle kutlanmıştı. 500 önemli sayıydı. Cumhuriyet’in henüz 30’unu yılını kutluyorduk. O tarihlerde güreşçilerimiz silme dünya şampiyonu oluyordu. Günseli Başar kızımız Avrupa güzellik kraliçesi seçilmişti.

Ben fotografa başladığım zaman,Beyoğlu’nda düzgün kıyafetlerle gezilirdi. Sinemalarda, şimdi ustalar listesinin başlarında yer almış ünlü İtalyan ve Fransız yönetmenlerin siyahbeyaz yeni gerçekçi filmlerini hayranlıkla izliyorduk. Şehir Tiyatroları, Muammer Karaca ve Ses Opereti uğrak yerlerimizdi. Opera yoktu. Şan sinemasında ilk kez bir opera filmi seyredip çarpılmıştım. Ve o filmi dokuz kez seyrettim.

Ben fotografa başladığım zaman, rollfilm 120 kuruştu. 1955’ten itibaren ülke döviz bunalımına tosladı. Batı malları hiç bulunmuyordu. Doğu Almanya üretimi filmler karaborsada 6 liraya satılır oldu. Et de 5 - 6 liraydı. Yarım kilo ekmek 30 kuruştu ama nedense fırınların önünde kuyruklar oluşuyordu.

Ben fotografa başladığım zaman, fotograf beni afsunlamıştı, adeta esiri olmuştum. Hayatımı geçici bir süre için bu meslek aracılığıyla kazanabilir miyim diye düşündüm. Deneyim de kazanmak amacıyla “Size eleman lâzım mı” diyerek ilk kez Beyoğlu Bekâr Sokak’taki Foto Sait’tin kapısını çaldım. Sait Bey beni karanlık odacı yapmaktansa, “İstanbul Umum Fotografçılar Derneği’ne kâtip yaptı. Döviz darboğazında malzeme dağtımı dolayısıyla bütün fotografçılar bu derneğin üyesiydi. Bu sayede pek çok profesyonel dostum oldu.

Ben fotografa başladığım zaman, Fotografçılar Derneği Başkanı deneyimli stüdyo fotografçısı Şevket Tanju idi. Dernek kâtibi olarak Tanju fotografhanesinde gözlemle pek çok deneyim kazandım. Fotograftan ilk telif hakkımı 5 lira olarak Abdi İpekçi’nin elinden aldım. Lise Resim öğretmenim Adnan Kocabay’ın Rolleiflex makinesini bir günlüğüne ödünç alıp kırk poz İstanbul Manzarası çektim. Amacım onlardan kartpostal imal edip pazarlamaktı.

Ben fotografa başladığım zaman, “Manzara fotografları satın alınacaktır” başlıklı bir gazete ilânındaki adrese elimdeki kırk poz fotografı götürdüm. Orada Şevket Rado ve Hikmet Feridun Es isimli gazeteci beyler, yakında tifdruk tekniğiyle çıkacak “Hayat” dergisinin müjdesini verdiler ve “Biz Babıali tecrübesi olmayan taze bir göz arıyorduk, onu sende bulduk. Bizim foto muhabirimiz olur musun?” dediler.

Ben fotografa başladığım zaman, İstanbul’da Hayat’a gözlerimi böyle açtım. Taptaze bir derginin taze bir foto muhabiri ve Hayat’ın kadrolu ilk iki foto muhabirinden biri olarak... Diğer muhabir Ara Güler’di o benden yaşı gereği dört beş yıl kadar daha deneyimliydi.

Ben fotografa başladığım zaman, 1960 yılında dergimizin Ankara Bürosuna atanana kadar İstanbul’u adım adım tarama fırsatı buldum. Basın mensuplarının sadece 22 liralık bir paso karşılığında bir ay boyunca sayısız trene binme hakkı vardı. Ankara’ya taşındıktan sonra da, İstanbul’a sık sık gelme ve fotograflama fırsatım oluyordu. 1970’e geldiğimizde İstanbul’un nüfusu artık üç milyonu bulmuştu.

Ben fotografa başladığım zaman, İstanbul’unda reklam kirliliği yoktu. Hayat göreceli olarak galiba daha basit, daha sade ve halk ilişkileri daha bir sükunet içindeydi. İstanbul fotograflarım, bir bakıma benim için o amatör günlerimin ve meslek hayatımın ilk heyecanlarının nostaljik bir yansıması olduğu kadar, hiç kuşkusuz sosyal tarihimize ve bu şehrin kentsel belleğine canlı tanıklıklar. Fotografınız en keyif veren yanı da, işte bu “Çağa Tanıklığı” olsa gerek...


Ozan SAĞDIÇ
1934 Burhaniye Pelitköy doğumlu Ozan Sağdıç, 1955 yılında İstanbul Umum Fotografçılar Derneği’nin katibi olarak işe başladı. Bu sayede, ünlü ünsüz zamanın bütün İstanbul Fotografçılarıyla tanışma şansına sahip oldu. 1956 yılında yayın hayatına başlayan ünlü ‘Hayat’ dergisine Hikmet Feridun Es’in deyimiyle ‘Babıali tecrübesi olmayan taze bir göz’ olduğu için foto muhabiri olarak alındı. Derginin 1960 yılında Ankara bürosu açma kararıyla, gönüllü olarak Ankara’ya taşındı. Gazetecilik mesleğine o tarihten sonra başkentte devam etti.

1956-1970 tarihleri arasında anılan dergi ve benzerlerinde pek çok röportaja ve aktüel fotografa imza attı. “Ses” dergisinde Türkiye’nin ilk yerli fotoromanlarını yapıp bu yolda bir çığır açmış oldu. Foto muhabirliğinin yanı sıra 1960’lı ve 70’li yıllarda Devlet Tiyatrolarının sahne fotografçılığını üstlendi . Kurumun dergi hazırlık çalışmalarında bulundu, grafik tasası taşıyan ilk afişlerini yaptı. Bu arada kitap ve yayın kapakları üzerinde çağdaş grafik anlayışa uygun örnekler verdi, Turizm Bakanlığı tanıtıcı yayınlarına büyük ölçüde katkılar sağladı. Bu güne değin yaklaşık 40 kişisel sergiyi gerçekleştirdi.

Çeşitli ödüller aldı ve seçici kurul üyelikleri yaptı. Çeşitli zamanlarda gösterime sunduğu müzikle senkronlu diaporama gösterileri özel ilgi gördü. Kapadokya, Aydın, Kuşadası, Hacıbektaş, Diyarbakır, Bayburt, Safranbolu gibi kimi kent ya da yöreleri tanıtan rehber niteliğinde yayınlar ile 23 Nisan Dünya Çocuk şenliğini konu alan ‘‘Dünyanın Bütün Çiçekleri’’. ‘’Bir zamanlar Ankara’’ adlı prestij kitaplarını hazırladı. Şiir çalışmalarını da ‘’Çağla Çağı’’ adlı bir kitapta topladı. Ömer Hayyam’a ve Mevlana’ya ait rubaileri, Sadi’nin Bostan’ı gibi kimi eserleri Türkçe’ye kazandırdı. Nasrettin Hoca’nın tüm fıkralarını ve Bektaşi fıkralarını manzum olarak yazdı.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ nde fotograf sanatı ile ilgili dersler verdi. Türk Fotografçılığına yapmış olduğu katkılardan dolayı, AFSAD (Ankara Fotograf Sanatçıları Derneği) tarafından onur üyeliğine alındı. Fotograf Sanatı Kurumu’nun kurucu üyeleri arasında yer aldı.

TSE, TKV’ ve kimi özel kuruluşlarda sanat danışmanlıklarında bulunan Ozan Sağdıç. Unesco Milli Komisyonu Kültür Kolu ve Kültür Bakanlığı Sanat Danışma Kurulu Üyelikleriyle görevlendirildi. Devlet Sanatçısı unvanıyla ödüllendirilen ilk ve tek Fotograf Sanatçısı oldu.


Gültekin ÇİZGEN’in kaleminden 1950'LER İSTANBUL'U Sergisi:

İstanbul 2010 - Avrupa Kültür Başkenti’nin fotograf alanında uzun erişimli tek projesi olan, “Fotograf Geçidi 2010”un on ikinci sergisi, “1950’ler İstanbul’u” adıyla Ozan Sağdıç’ın fotograflarından oluşuyor.

KENTLER VE FOTOGRAF
Kentler. İçinde yaşadığımız tarihin, uygarlığın vitrinleridir. İstanbul, yeni bulunan “Yenikapı Antik Limanı”ndan başlayan sekiz bin yıllık geçmişiyle üç imparatorluğa başkentlik yaparak bugünlere geldi. Yüz yetmiş yıldır fotografçılar, tüm dünya kentlerinin hikayesini, destanını anlatırlar. Çünkü kentler, coğrafyasıyla, doğasıyla, hayvanlarıyla, manzaralarıyla, anıtlarıyla, kıpırtılı yaşamıyla, fotografın temel konularıdır.
İstanbul’un kent ve fotograf tarihi bunun en açık sergisidir. Yüzlerce ve yüzlerce yerli ve yabancı fotografçı bu kenti çekmiş, onun yapısını, sihrini, dertlerini, güzelliklerini, her şeyini görsel olarak anlatmıştır.
Bugünkü çağda, meslek olarak fotografçı olmayanların, fotograf sanatıyla uğraşmasa bile, herkesin görme kültürü ve fotograf sanatı üzerinde bilgisi olması gerekir. Çünkü çağımız, görsel bir çağdır.

Bugünün sosyo - ekonomik - kültürel yapısıyla, iki binler Türkiye’sinde bu ne kadar böyledir? Bunu derinlemesine kestiremiyorum. İşte fotograf sanatçısı, bu bağlamda çok önemlidir. Onlar yalnız görselliğin mimarları değil, kentlerin de görsel tarihçileridir. Fotografçılar, kentlere çok şey katarlar. Yalnız anı olarak değil, görsel yorum olarak da onlara ihtiyaç duyarız. Bilgilerine, emeklerine titrememiz gereken kişilerdir onlar. Çünkü, kentler onlardan daima çok şey öğrenir.

OZAN SAĞDIÇ’IN FOTOGRAF DÜNYASI
Ozan Sağdıç, 1934 yılında Balıkesir’de doğdu. Çocukluğunu Edremit’te geçiren Sağdıç, ortaokul eğitimini İzmir Buca’da, lise eğitimini İstanbul Kabataş Lisesi’nde aldı. Fotografla ilk olarak lise son sınıfta tanıştı. Tanıştı ve ülkemizde az rastlanan bir ölçekte fotografla bütünleşti. Çünkü o, fotografı çok sevmişti.
1956’da Hayat Mecmuası’nda foto muhabiri olarak göreve başladı. 1930’lardan başlayıp 50-60’lı yıllara kadar süren, yüzyılın gözü olarak isimlendirilen Henri Cartier-Bresson’un öncülük ettiği gerçeklik akımını, Hayat ile Türkiye’ye taşıyan kuşağın bir temsilcileri arasına girdi.

Hayat mecmuası ocağından, basın tarihimizin bu büyük deneyimden, nice fotografçılar yetişti. O ocaktaki Ozan’ın arkadaşları olarak Ara Güler’i, yeni kaybettiğimiz rahmetli Şemsi Güner’i, Ergin Minisker’i, teknik alt yapıda çalışan Ferit Can ve Ahmet Esmer’i de hatırlayalım. 1959 sonlarında, Hayat mecmuasının Ankara bürosuna geçti. Ozan Sağdıç, yaşamının fotograf zamanı içinde, kendi kozasını ironik bir anlatımla örerek, fotografın biçim dünyasına, dikkatli kadrajlara, özenli yerleştirmelere ve ritmine çok çok dikkat ederek, derinlikli fotograflar inşa etti. 55 yıldır fotograf çekmeye devam ediyor.

Ozan Sağdıç, uzun kariyeri içinde çok şey yaptı. Hayat mecmuasından ayrıldıktan sonra Ankara’da yayın-endüstri, turizm fotografları, takvim, poster çalışmaları yapan ve baskı hizmetleri veren bir işyeri açtı.

Bana göre sanatın, modern ve post modern sarkacında, fotografta “yerlilik” çok önemlidir. Fotografta yerlilik nedir? Yerlilik, sanatın olmazsa olmazı, anlatımın biçim dünyasında derin kültürle ulaşılan, uzun bir yoludur. Fotografta yerlilik, sanat ve estetik kuramlarda billurlaşan anlamıyla, Ozan Sağdıç’ın entelektüel düşünce dünyasında vardır. O, hep yerlilik perspektifinin muhasebesini yaparak yaşadı, üretti. Tüm yapıp etmeleri, yerliliğin kavramsal ve anlamsal çerçevesinin izdüşümüdür. Çünkü o, evrenselin yerelinde kalmadan, evrensellik olamayacağının farkındaydı.

Açmış olduğu sergilerin katalogları yayınlandı: “Yaşadığım Ankara’dan Sayfalar”, “Röportaj Fotografları”, “Geçen Yüzyıldan İnsan Manzaraları”, “Doku”, “Baki Kalan Bu Kubbede”, “Dünyanın Çocukları”, “Çocukların Dünyası”, “Menderes Irmağı Boyunca”, “En Büyük Dinleyici İsmet İnönü”, “Doğa’nın Şiiri Kapadokya”. Ankara Büyükşehir Belediyesi için “Bir Zamanlar Ankara” ve TRT adına “Dünyanın Bütün Çiçekleri” albümlerini hazırladı.

HEZARFEN OZAN
Ozan Sağdıç, isminden kalkınarak daima hatırlayacağımız ozansı tavrıyla, fotografımızın gerçek ozanıdır. Fotograf için çok zengin bir kültürü ve anlatım dili vardır. Çok yönlüdür, eski deyimle Hezarfen’dir. “Çağla Çağı” isimli bir şiir kitabı olan Sağdıç, Ömer Hayyam ve Mevlana’nın rubailerini Türkçe’ye çevirdi, Nasrettin Hoca fıkralarını manzum tekniği ile anlattı, Nasrettin Hoca’nın fıkralarındaki hicvi, şiirin olanaklarını kullanarak vurguladı.

Onun fotograf yaşamı, gelişmek için sistemli çalışmanın ve sürekliliğin ne kadar önemli olduğunun ispatıdır. Günümüz Türk fotograf sahnesinde bir entelektüel olarak Sağdıç, az rastlanır şekilde birini diğerinden besleyerek, fotograf mesleğini ve fotograf sanatını bir arada sürdürmüş az sayıdaki kişilerden biri oldu.

Bunca emeklerinin sonucunda fotograf dalında, Devlet Sanatçısı seçildi. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve H.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sanat dersleri verdi

SONUÇ
Bu portfolyoda, Ozan Sağdıç’ın İstanbul yıllarından 1950’lerden izlenimler görüyorsunuz. Siyah beyaz teknikte geliştirilmiş, o dönemin İstanbul coğrafyasında, bugünün nostaljisiyle terbiye görmüş, benzersiz İstanbul yaşamının fotografları. Ne kadar değerli belgeler, fotograflar. Bunlar yalnız fotografın tarihsel belge olarak önemini sergilemiyor. Onlar, fotografın içinde fotografçayı keşfeden herkesin baş eser sayması gereken bir ömrün özetidir.

“Fotograf Geçidi 2010”, Ozan Sağdıç’ın fotografları olmasaydı, eksik kalacaktı. Ozan Sağdıç, iyi, güzel ve verimli bir ömür yaşıyor. Çok önemli bir kazanımı, ilerleyen yaşına rağmen, onun değerini anlayanların sevgi halesi içinde çabalarını hala sağlıkla sürdürebilmesidir.

Bileğinin hakkıyla buralara gelen, bu önemli sanatçımızı, Türk fotografının yetiştirdiği en öndeki profillerden biri olarak, dostumu sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.

İyi seyirler efendim.


Gültekin ÇİZGEN ,Temmuz-2010



1950'LER İSTANBUL'U ... Ozan SAĞDIÇ Fotograf Sergisi 03 EYLÜL 2010 tarihine kadar izlenebilir.






Serginizi
burada duyurabilirsiniz...

Hizmetlerimiz

sergirehberi@gmail.com







İletişim             Hizmetlerimiz             Gizlilik Politikası             Kullanıcı Sözleşmesi