|
td>
| |
Kaybolan İstanbul
Reha Günay
Fotoğraf Sergisi
18.12.2010 - 07.01.2011
Art Loft Fototrek Olympus Galeri
Dümen Sok. No: 11 Gümüşsuyu İş Merkezi
Gümüşsuyu
Beyoğlu
İstanbul
212-251 90 14
www.artofistanbul.com
|
Sergiden Görseller
Reha GÜNAY FOTOGRAF SERGİSİ / KAYBOLAN İSTANBUL (Prof.Nezih Eldem’in Anısına) / 18 ARALIK 2010 - 07 OCAK 2010
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri kapsamında, sanat yönetmenliğini ve küratörlüğünü Gültekin ÇİZGEN’in, proje koordinatörlüğünü Cenk GENÇDİŞ’in üstlendiği FOTOGRAF GEÇİDİ: İSTANBUL 2010’un on altıncı sergisi “KAYBOLAN İSTANBUL”, 18 Aralık 2010 Cumartesi günü saat 19.00’da gerçekleştirilecek kokteyl ile açılacak.
Bu sergi “Kaybolan İstanbul” başlığıyla Reha Günay’ın fotograflarından oluşuyor. Sergi, çok önemli bir emeğin yapılanması. Reha Günay’ın eski İstanbul’un aynı yerlerinden ve açılardan çektiği dünün ve bugünün fotograflarından oluşuyor. Bir tarafta o günün İstanbul’u ve bugün onun üzerine gelen yeni yapılar, yani kabul edilemez değişim. Neymiş, ne olmuş? Ne kaybettiğimizi bundan daha iyi anlatabilen fotografik bir çalışmayı hatırlamıyorum. Reha Günay’ın otuz yıl önceki İstanbul’a dair fotografları bize ne söylüyor? Elbette sorulabilecek veya sorulması gereken sorular var. Keşke kentlerimiz fotograflarda izlenen o geleneksel yapıyı sürdürülebilseydi. Bu fotograflar mimari kültürümüzün nasıl bir şey olduğunu gösteren birer referans sayılabilir. Sevgili Reha Günay’ın değindiği gibi bugün o değerleri taşıyan bir sokak bile kalmadı.
Toplumlar kendilerini ifade etmede, yaratıcılık konusunda eğitilip toplumsallaştırıldıkları zaman, sorunları doğrudan akılcı bir biçimde çözebilirler. Bu yaklaşım mimarlara, şehircilere ve kent yöneticilerine düşen önemli bir dikkattir. Bu fotograflara bakınca bizde bu dikkatin olmadığını çok ciddi olarak anlıyoruz.
Gültekin ÇİZGEN Sanat Yönetmeni / Küratör
Reha GÜNAY'ın kaleminden KAYBOLAN İSTANBUL Sergisi:
Türk konut mimarisinin en özgün yapım yöntemi ahşap çatma inşaat tekniğiydi. Bu sistem beğenilerek yüzyıllar boyu devam etmiş, gelişmiş ve sanat akımlarına kolaylıkla cevap verebilmiştir. 20.yüzyıl başında İstanbul evlerinin %95 inin bu yöntemde yapılmış olduğunu söylersek bu devamlılığın ne kadar yoğun olduğu anlaşılır. Ahşap yapım tekniğinde, toplumun hayata bakış açısının da rolü vardır. Türklere göre insan hayatı geçicidir, o zaman evinin de geçici olması doğaldır. Toplum yapıları ve dini yapıların ise kalıcı olması gerekirdi, o yüzden taş ve tuğladan yapılıyorlardı. Konumu, rengi, dokusu, boyutu, biçimiyle farklı bu iki yapı türü; denizi, boğazı, ormanı, tepeleriyle ünlü o kentte birleşince çok özel bir çevre oluşmuştu. Eski İstanbul'un sihri buradan kaynaklanmaktadır. Dar, taş kaplı sokaklar ve iki yanında yükselen iki ya da üç katlı ahşap kaplı evler, cumbalar, saçaklar ve bir pencereler dizisi... Ahşap kaplamaların gri-kahve renkleri, pencerelerin beyaz perdeleriyle hoş bir tezat oluşturur. Sokaktan eşeğiyle geçen bir manav, çıngırağını sallayan yoğurtçu, at arabalı çöpçü, damacanalarla dolu çifte atlı arabasını süren sucu, eskici, pencerelere baka baka genç kızlara yeni çıkan şarkıları söyleyerek satan bir bıçkın, yangın yeri arsalarda oynayan çocuklar, pencereden birbirleriyle konuşan kadınlar, karlı gecelerde sesi uzaklardan duyulan bozacı, bekçinin düdük sesi ve minarelerden sabah ezanı okuyan müezzinlerin birbirine karışan uzak yakın sesleri bu sahnenin oyuncuları ve efektleriydi.
Ahşap evlerin toplum içinde değerinin kaybolması batı uygarlığının benimsenmesiyle başlar. Bazen birkaç mahalleyi bir anda yakıp kül eden yangınlara karşı çare olarak kargir binalar önerilir. Bunun ilk örnekleri ise zaten Galata bölgesinde bulunuyordu. Sonraları özellikle vakıflar ve devlet tarafından yaptırılan sıra evler bu konuda öncülük etti. Yangınların ardından yeni bir parselasyon düzenine göre daha düz ve geniş sokaklar üzerine kurulan evler de çok katlı ve yasa gereği olarak kargir yapılıyordu.
Ahşap evlerin terkedilmesinin bir başka önemli nedeni, yaşama biçiminin değişmesidir. Teknolojinin de katkısıyla artık yeni konfor şartları aranmaktadır. Mangalla ısınmaya göre tasarlanmış, bir soba bacası bile bulunmayan, mutfağı evden ayrı bir yerde olan veya örgütlü bir mutfak düzeni bulunmayan, ısıya karşı hiçbir yalıtımı olmayan ahşap evlere bu kolaylıkların ilavesi yerine yeni teknoloji ve tasarıma göre beton binaların yapımı tercih edilmiştir. Ailelerin giderek küçülüp çekirdek aile tipine dönüşmeye başlaması da apartmanlaşmayı hızlandırmıştır. Yerli kereste kaynakları tükenmiş, Romanya ve Rusya’dan getirtilen ahşap malzeme kullanılmaya başlanmış, sonunda oralarda da ahşap kaynakları azalmış ve kereste pahalanmıştır. Artık yaşam felsefesi de değişmiş, “insan fani ama mülk kalıcı” görüşü benimsenmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük şehirler, özellikle İstanbul, göç akınına uğramış ve yeni konut ihtiyacı, önceleri artık ev sahibine de büyük gelen ahşap evlerin kat kat kiraya verilmesiyle çözülmeye çalışılmış, giderek değerlenen arsaların rantı, ahşap evin çok üzerine çıkınca da evler yıkılarak çok katlı apartmanlar yapılmış ve bu iş kat karşılığı apartman yapan müteahhitlerce örgütlenerek mal sahibinin parasal sorunu da giderilmiştir. Bu dönemde “ahşap evlerin korunması gerekli bir kültür varlığı olduğu” fikri henüz gelişmemiş bulunuyordu.
Ahşap yapıların koruma kapsamına alınması 1950 li yıllarda başladıysa da apartmanlaşmanın sağladığı rant bütün koruma çabalarının önüne geçti. Restorasyon uygulamaları da korumaya yönelik değil, gelir arttırıcı yönde sonuçlandı. Koruma, kentin dokusu yerine tek ev koruma biçiminde ele alındı. Bu arada niteliksiz görünen pek çok ahşap ev yıkıldı, yerine çok katlı bloklar yapıldı. Tek ev koruma projeleri bile kütleyi büyütme, yıkıp betonarme olarak yeniden yapma, dış yüzeyini ahşap veya ahşap benzeri bir malzemeyle kaplama biçiminde uygulandı. Ahşabın yüzyılların deneyiminden ve sanat akımlarından gelen detayları hiçbir zaman uygulanmadı. Böylece bu evler, insanlarıyla beraber önce teker teker sonra beşer onar, daha sonra da tümüyle kayboldular. O çağdan bize örnek bir mahalle değil bir sokak bile kalmadı.
Aslında koruma dediğimiz tutum bir kültürün korunmasıdır. Ahşap evlerin arsaya göre şekillenmiş planları, dolap ve yüklükleri, çiçeklik nişleri, her odasında pasalarla desenlendirilmiş tavanları, koltuk pervazları ve göbekleri, bazı evlerde muşamba kaplı tavanların üzerine yapılan bezeme ve resimleri, sedirleri, sandalyelikleri, tablalı kapıları ve pervazları, en az 25 cm genişliğindeki döşeme tahtaları, tornada profillendirilmiş korkuluklarıyla asma döner merdivenleri, karosiman döşeli taşlıkları, bazısının çatı arası katları ve balkonları, cephelerindeki geniş tahta kaplamaları, kat silmeleri, köşe ve pencere pervazları, sürme pencereleri, kafesleri, barok kıvrımlı konsolları, Art-Nouveau veya Osmanlı Barok’u kapı ve balkon yaşmakları, saçak furuşları ve festonları, dekupe balkon korkulukları, mermer giriş merdiven ve sahanlıkları, tablalı çift kanatlı, pirinç tutamaklı sokak kapıları ve onların el yapımı koca kilitleri ve daha nice ayrıntıları vardır. Bütün bunlar bir kültürün ürünleri olduğu için dünyanın her köşesinde korunmaktadır.
Bu sergide görülen fotograflar 1965 yılından itibaren İstanbul’un çeşitli yerlerinde çekilmiştir. 2010 yılında tekrar aynı yerlere gittiğimde pek çok yapıyı yerinde bulamadım, hatta bazılarının yerlerini bile bulmakta zorlandım, referans noktaları kalmamıştı. Pek çok yapı da restorasyona uğramış! olarak karşıma çıktı. Eski İstanbul’la beraber bir yaşama kültürü de artık kaybolmuştu.
Reha GÜNAY
1937 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Reha Günay, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden 1960 yılında Y.Müh. Mimar olarak mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde doktora yaptı. 1994 yılında profesör olan Reha Günay, emekli olana kadar Yıldız Teknik Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra Yeditepe Üniversitesi’e geçti. 1978’den beri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fotograf Bölümü’nde Mimari Fotograf dersleri vermeye devam etmektedir. Fotograf çalışmalarına, kültür varlıklarının ve mimari eserlerin belgelenmesi yönünde ağırlık verdi. Kendi hazırladığı kitaplarında kendi fotograflarını kullandı.
Yayınlar: Geleneksel Safranbolu Evleri ve Oluşumu, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1981, 1989. Tarihsel Gelişim İçinde Japon Kültür ve Sanatı, İstanbul, Yıldız Üniversitesi Yayını, 1986. Sinan’ın İstanbul'u: Sinan's İstanbul, İstanbul, Büyük Şehir Belediyesi, 1987. Gökçüoğlu Evi: Anatomy of a Building, Reha Günay, Mikko Bonsdorff, Panu Kaila (editörler) Tampere, Tampere University of Technology, 1994. Türk Ev Geleneği ve Safranbolu Evleri, İstanbul, Yapı Endüstri Merkezi, 1998, 1999. Tradition of the Turkish House and Safranbolu Houses, İstanbul, Yapı Endüstri Merkezi, 1998. Sinan the Architect and His Works, İstanbul, Yapı Endüstri Merkezi, 1998, 2002, 2005, 2007, 2009. Geleneksel Ahşap Yapılar: Sorunları ve Çözüm Yolları, İstanbul, Birsen Yayınevi, 2002, 2007. Mimar Sinan ve Eserleri, İstanbul, Yapı Endüstri Merkezi, 2002, 2006. Safranbolu Evleri, İstanbul, Yapı Yayın, 2003. Safranbolu Houses, İstanbul, Yapı Yayın, 2005. Safranbolu no Minka, İstanbul, Yapı Yayın, 2005 (Japonca). Mimar Sinan, İstanbul, Yapı Yayın, 2005, 2006, 2010. Sinan’ın İstanbul’u, İstanbul, Yem Yayın, 2006, 2010. A Guide to the Works of Sinan the Architect in İstanbul, İstanbul, Yem Yayın, 2006, 2010. Kumkale: Toros Eteklerinde Bir Haçlı Kalesi ( Halet Çambel, Ayyüz Toydemir Sabuncu ile), İstanbul, Ege Yayınları, 2007. Elmalı ve Yöresel Mimarlığı (İlknur Özgen, Aynur Çifçi, Gül Ünal, Rabia Özakın, Aydın Uçar ile), İstanbul, Ege Yayınları, 2008.
Sergiler: Safranbolu Evleri: (Safranbolu 1975, İstanbul 1976, 1977, Paris Unesco 1977, München 1977, Copenhagen 1978, Stokholm 1978, London 1978, La Haye 1978). Safranbolu'da Hacı Salih Paşa Evi (Safranbolu 1976). Selimiye Camii: (İstanbul 1976, 1977, Paris Unesco 1977, München 1977, Copenhagen 1978, Stokholm 1978, London 1978, La Haye 1978, İstanbul 1981). İstanbul’da Atatürk'ün Oturduğu Evler: (İstanbul 1981, 1982). Anadolu -Türk Mimari Mirası (Anatolian-Turkish Architectural Heritage): (İstanbul 1985). Sinan’ın İstanbul’u: Sinan's İstanbul (Istanbul 1986, Kyoto 1987, Paris 1988, Üsküp 1993). Dünden Bugüne Şile: (İstanbul 1990). Japonya Fotografları (İstanbul, Gaziantep, Bursa 2010) Nail Çakırhan’ın Evleri (İstanbul, Gökyaka 2010)
Karma Sergiler: “Türk Evine Saygı (Honor to the Turkish House)”: İstanbul 1985. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotograf Bölümü Öğretim Üyeleri Sergisi, İstanbul, Borusan Oto Showroom, 6-24 Mayıs 1997. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotograf Bölümü Öğretim Üyeleri Sergisi,Yunus Emre Kültür Merkezi, İstanbul, 17-29 Ekim 2000. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotograf Bölümü Öğretim Üyeleri Sergisi, Türk-Amerikan Kültür Derneği, Emin Hekimgil Sanat Galerisi, Ankara, 16-30 Nisan 2001. “30 Yıla Emek Verenler”, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotograf Bölümü 30,Yıl Sergisi, İstanbul, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, 20-31 Ekim 2008. “Fotografta 50 Yıl Sergisi”, Ankara, Fotograf Sanatı Kurumu, 2010.
Fotograf etkinlikleri: Çeşitli jüri üyelikleri 1983 – 2004 arası The Aga Khan Award for Architecture’de İslam ülkelerinde yarışmaya katılan yapıların fotografla belgelenmesi.
Fotograf yarışması ödülleri: 1966'da CENTO, 1967'de Evrensel Barış Şenliği, 1970'te Photokina Fuarı, 1974'te Turizm ve Tanıtma Bakanlığı'nın “Tarih Yönünden Türkiye”; Akbank'ın “Evlerimiz, Yalılarımız”1974 ; Kocaeli Fuarı 1974 yarışmalarında ödüller
Müzikli Dia Gösterileri: Karatepe-Pastoral, Abstre-Bach, İzlenimler, Boğaziçi’nin Sorunları, Schnoor, Safranbolu Evleri, Ormana: Toros Dağlarında bir Köy, Japon Evi, Psycho, Holiday Village
Arkeoloji çalışmaları: Adana-Karatepe-Aslantaş Açık Hava Müzesi koruma projesi ve uygulamaları (Prof.Dr.Halet Çambel ile) 1965-1970. Keban Projesi Yeniköy Höyüğü kazısı (Dr.Hamit Zübeyr Koşay ile) 1972. Antalya-Side Antik Tiyatrosu Restorasyon çalışmaları 1992-2007.
Yöresel Mimari Çalışmaları: Antalya-Ormana Köyü (İDMMA Mimarlık Fakültesi üye ve öğrencileri ile) 1977-1979. Japonya’da ahşap mimari incelemeleri 1979-1980 (Japan Foundation bursu ile) Antalya-Elmalı İlçesi (YTÜ Restorasyon Anabilim Dalı ve Meslek Yüksek Okulu Restorasyon Programı üye ve öğrencileri ile) 1996-1999. Kayseri-Nize Köyü (Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencileri ile) 2008.
Gültekin ÇİZGEN’in kaleminden KAYBOLAN İSTANBUL Sergisi:
İstanbul 2010 - Avrupa Kültür Başkenti’nin bir buçuk yıldır devam eden, fotograf alanında tek uzun erişimli “Fotograf Geçidi 2010”un on altıncı ve son sergisini sunuyoruz. Bugüne kadar açılmış on beş sergide hepsi İstanbul’a dair her kuşaktan fotografçıların eğildikleri önemli konulara fotografça değinildi.
Bu sergi “Kaybolan İstanbul” başlığıyla Reha Günay’ın fotograflarından oluşuyor. Sergi, çok önemli bir emeğin yapılanması. Reha Günay’ın eski İstanbul’un aynı yerlerinden ve açılardan çektiği dünün ve bugünün fotograflarından oluşuyor. Bir tarafta o günün İstanbul’u ve bugün onun üzerine gelen yeni yapılar, yani kabul edilemez değişim. Neymiş, ne olmuş? Ne kaybettiğimizi bundan daha iyi anlatabilen fotografik bir çalışmayı hatırlamıyorum.
Reha Günay’ın otuz yıl önceki İstanbul’a dair fotografları bize ne söylüyor? Elbette sorulabilecek veya sorulması gereken sorular var. Keşke kentlerimiz fotograflarda izlenen o geleneksel yapıyı sürdürülebilseydi. Bu fotograflar mimari kültürümüzün nasıl bir şey olduğunu gösteren birer referans sayılabilir. Sevgili Reha Günay’ın değindiği gibi bugün o değerleri taşıyan bir sokak bile kalmadı.
Toplumlar kendilerini ifade etmede, yaratıcılık konusunda eğitilip toplumsallaştırıldıkları zaman, sorunları doğrudan akılcı bir biçimde çözebilirler. Bu yaklaşım mimarlara, şehircilere ve kent yöneticilerine düşen önemli bir dikkattir. Bu fotograflara bakınca bizde bu dikkatin olmadığını çok ciddi olarak anlıyoruz.
REHA GÜNAY’IN ”KAYBOLAN İSTANBUL”U Reha Günay “Kaybolan İstanbul” fotograf sergisinin yapımı konusunda şunları söylüyor;“Bu sergide görülen fotograflar 1965 yılından itibaren İstanbul’un çeşitli yerlerinde çekilmiştir. 2010 yılında tekrar aynı yerlere gittiğimde pek çok yapıyı yerinde bulamadım, hatta bazılarının yerlerini bile bulmakta zorlandım, referans noktaları kalmamıştı. Pek çok yapı da restorasyona uğramış! olarak karşıma çıktı. Eski İstanbul’la beraber bir yaşama kültürü de artık kaybolmuştu”.
ÜLKEMİZDE FOTOGRAF SANATINA REHA GÜNAY’IN KATKILARI Biliyoruz ki, fotograf iki temel ayak üzerinde yer alır. Biri ”meslek”tir, diğeri de ”sanatsal söylem”dir. Mimari fotograf, fotografın meslek uygulamaları alanının çok değerli bir dalıdır. Yalnız ”mimar” veya ”fotografçı” olmak yetmez. Gerçekten bu iki alanın birleşimi olan çok özel bir uzmanlık alanıdır ve Reha Günay uzun yıllardan beri bu alanı bileğinin hakkıyla dolduruyor. Benim çok kadim dostlarımdan biridir. Engin bilgisiyle yaptığı mimari çekimlerin, belgesel çalışmaların hayran bir takipçisiyim.
2010, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti’nin yaşandığı bir yıldan başka, Japonların da Türk – Japon yılıydı. Reha Günay yıllar önce Japon Vakfının davetlisi olarak altı ay kaldığı bu ülkeden derlediği fotograflarla, 2010 etkinlikleri içinde çok önemli bir sergi hazırlayıp, açtı. Hayranlıkla izledik. Onun kültürel yapılanmaları ne geniş bir ölçekte algılayıp, bize aktardığını gördük. Türk fotograf ve kültür çevresi, Reha Günay’ın emeklerine yeniden çok şey borçlandı.
REHA GÜNAY’IN FOTOGRAFLARI BİZE NE ANLATIYOR? VE SONUÇ Özellikle dijital devrimden sonra dünya, fotografta büyük bir görsel bolluk yaşıyor. Ama bu bolluğun kaliteye ne ölçüde yansıdığı çok tartışılabilir bir şey. Fotograf hiç kuşkusuz dünyayı yeni bakış açılarıyla keşfetmeye ve değerlendirmeye yaradı. Ama ortada bir de “yararlılık” var. İşte bu sergi, fotografın bu işlevini tam karşılıyor.
Kentler ve mimari birbirine bitişik, hepimizi yaratıcı olmaya ve estetik doyuma ulaşma yolunda bir özendirmeye yarayan yaşamımızın ayrılmaz parçalarıdır. İşte Reha Günay’ın fotografları, kent bilincinin başlaması için bir fırsat sağlıyor. Hatta onun fotografları, kent bilincini korumak üzere kurulmuş bir savunma ideolojisi bile sayılabilinir.
Reha Günay, sergi için verdiği dökümanın başına şu notu eklemiş. (Prof.Nezih Eldem’in Anısına) Bu, hak bilir, emek bilir Reha Günay’ın, bir yaşam biçimi haline getirdiği incelikli, bilgece, çelebice duruşunun bir yansımasıdır.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı içinde yer alan “Fotograf Geçidi 2010” bu sergiyle sona eriyor. On altıncı son sergide, hepimizin büyüğü, ustası olarak Reha Günay’ın işleriyle geçidin sonlanmasını istedik. Kendisine Türk fotografı, Türk mimari birikimi çok şey borçludur. Unutulmaz emekleri hepimizi zenginleştirmiştir. Büyük sorumluluklar ve verimlilikler içinde keyifle geçen ömrünün sağlıklar içinde devamını diliyorum.
İyi seyirler efendim.
Gültekin ÇİZGEN “Fotograf Geçidi 2010” Küratörü Aralık - 2010
|
|
Serginizi burada duyurabilirsiniz...
Hizmetlerimiz
sergirehberi@gmail.com
|
|
|
|