sergirehberi.com


SERGİ         SANATÇI         MEKAN
Tüm Sanatçılar Güncel Sergisi Olan Sanatçılar


Gülsün Karamustafa






SergiRehberi Arşivinden:
Güncel Sergi    Gelecek Sergi    Geçmiş Sergiler    Görseller

Kişisel Sergiler    Karma Sergiler    Ödüller    Metinler    Metin_detay   
Metin_detay    Özgeçmiş   


Gülsün Karamustafa Güllerim Tahayyüllerim - Barbara Heinrich

Gülsün Karamustafa
Güllerim Tahayyüllerim


Gülsün Karamustafa’nın sanatçı kimliği yaşadığı ve çalıştığı şehirle içiçe geçmiş durumda; kendisi bu durumu “kıtalar arasında gerilmişlik” olarak tanımlıyor. Doğu ve Batı arasında coğrafi bir kesişim noktası olan İstanbul şehri, farklı kültürlerin başka bir yerle karşılaştırılamayacak oranda yüzyüze geldiği 2500 yıllık bir geçmişin, homojen kültür kavrayışına antitez oluşturan bir deneyimin üstünde yükseliyor. Farklı kültürler nasıl bir bağ ile yanyana geliyor; bunlar arasındaki karşılıklı etkileşim ve çatışmalar nasıl şekil alıyor? Kültürel gerçeklik, içinde yaşanılan toplumsallık dahilinde nasıl bir görünüm kazanıyor? Kendini kültürel olarak yapılandırma ve ifade etme özgürlüğü ne gibi sonuçlara ulaşıyor? Sahip olduğu kültür hakkında tezler geliştirmek için sanatçı hangi türden yöntemler izlemeli? Karamustafa’nın, sunum ile temsil arasındaki ilişki ve kimlik oluşumunun çapraşık doğası gibi konular üzerine yoğunlaştığı çalışmalarında bu türden soruların izi sürülüyor.

Kimlik kavramı [Identität] öncelikle bir şeyin kendisiyle örtüşmesi anlamına geliyor. Kimlik inşası öznenin oluşumunu ve bu öznenin toplumsal bir bağlam içinde kendisini ifade etmesini sağlayan her türlü süreci kapsamakta. Kültür kuramcısı Stuart Hall’un çıkarımlarını izlersek, kültürün kendi içinde bağdaşık bir kavrama denk gelmediğini, ideolojik ve psikolojik süreçler arasındaki gerilimin sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle kimliği içsel bir hakikat olarak değerlendirmek mümkün değil; rastlantılar tarafından koşullandığını ve bitimsiz biçimde değişime açık olduğunu görmek gerekir. Bu uçuşkan doğasına rağmen özne, edimlerde bulunabilmek için, kimlik olarak betimlediğimiz ruhsal durum ve tavırları üstlenmek zorunda kalır. Birbirinden farklı nitelikteki ruhsal durumlar sonuçta simgesel bir karaktere sahiptir ve öznenin evrimiyle hiçbir zaman tam olarak örtüşemezler. Tavırların her biri özgül bir hikâyeye sahiptir ve sürekli olarak bir iç çelişkiye bağımlı kalır –yani, insanı belli bir üslupta davranmaya sevkeden kimlik biçiminin, gelecekteki tavırlar üzerinde de belirleyici olması gibi bir kesinlik yoktur.

Karamustafa’nın kimlik konusuna gösterdiği ilgi kendi kişisel yaşam deneyimini sorgulayışıyla bitişik biçimde ilerler. Radyodaki görevi nedeniyle tanınırlığa sahip bir kişinin kızı olarak 1946’da dünyaya gelen ve İngilizce eğitim veren bir kolejde okuyan sanatçı göç deneyimleri yaşamış bir aileden geliyor: ailenin bir kısmı 18. yüzyılda Kırım’dayken bir yüzyıl sonra bugünkü Bulgaristan sınırları içinde kalan bir bölgeye yerleşiyor; nihayet 20. yüzyılda da İstanbul’a ulaşıyor. Soykütüğünün bir diğer dalı ise Bosna’ya uzanıyor. Yaşanmış göç hikâyeleri aile içinde sürekli olarak anlatılmış ve bu anlamda sanatçı belirli bir içsel sürgün hissiyatını kendisi de deneyimlemiş. Altmışların sonunda İstanbul’daki Akademi yıllarında öğrenci olarak katıldığı siyasal etkinlikler nedeniyle askeri rejim tarafından tahkikata uğramış ve 1971 yılında kısa süreliğine hapiste tutulmuş. Ülkeyi terketmesinin önüne geçmek için bu mahkûmiyeti izleyen on altı yıl boyunca kendisine pasaport verilmemiş. Karamustafa’nın siyasal ilişkileri sanatsal çalışma alanında da giderek artan bir oranda yalnız bırakılması sonucunu doğurmuş. Hiçbir sanat grubunda yer almamış olan sanatçı konu hakkında şunları söylüyor: “Beni esas yaralayan zamanlar … ‘1980 darbesinin ertesinde militarizm ve neo-liberalizmin ikili ideolojik kıskacı arasında geçen yıllar’[dır]. Gerçekten de bütünüyle üretime sığınıp belki bu yoldan bir kaçış noktası aramaya başladığım yıllar. Yaralanma ve aldatılmışlık kıskacında sahip olduğum beceri sayesinde yeniden dünyaya bakma yolları arayarak kendime üzerinde durabilecek bir kara parçası oluşturma çabası”. Bu yalıtım ve yalnızlık durumu seksenli yılların ortasından itibaren ortadan kalkmaya başlıyor. 1986 yılında yeniden pasaport çıkartma şansını bulan sanatçı artık serbestçe hareket edebiliyor ama kapıların bir daha kapanabileceğine dair korku hâlen yerinde duruyor.

Gülsün Karamustafa’nın çalışmaları şaşırtıcı bir malzeme zenginliğine, resimden nesne kullanımına, enstalasyondan filme uzanan bir çeşitliliğe sahip. Çalışma biçimi periyodik özellikler gösteriyor, farklılık gösteren devrelerin kapıları yeni açılımlara ulaşıldığında kapanıyor. Her şey Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1963 ile 1969 yılları arasında öğrenimini gördüğü resim uğraşı ile birlikte başlıyor. Batı resim anlayışının öne çıkarıldığı Akademi’de geçen yılları sanatçı şöyle anlatıyor: “… kendimi içinde bulduğum yıllarda kurumda uygulanan katı kuralcı modernizm (itiraf etmem gerekir ki modernizmle aram hiçbir zaman iyi olmadı) ve modernizmin yasakları… Figür en büyük düşman, betimleme ilüstratif olmaya götüren en büyük tuzak; ki o dönemde ilüstratif olmak bir ressam için ölümcüldür; bu kurallara uymazsan yok olursun. Bunun yanı sıra beni sonsuz cezbeden bir figür dünyası var sanat tarihinin. Belki [kimi zaman alıntıladığım] Oryantalist resim de bu ihtiyacımı besliyor. Öte yandan politik olma hali, bu da salt sanatın düşmanıydı. Yetmişli yılların başında sanatçı olarak tek başına mücadeleye atıldığımda içinde bulunduğum çıkmazlardı bunlar ve böyle bir mücadelenin içinde kendi yolumu bulmak zorundaydım”.

Yine de Karamustafa, sözettiği akademik geleneğe karşı ilerleyerek, yetmişli ve seksenli yıllarda kendisini tanınır kılan özgün, figüratif, anlatımcı bir resimsel dili geliştirmeyi başabilmişti. Kendisi için büyük bir önem taşıyan, ilk profesyonel sergisi 1978 yılında Beyoğlu Sanat Galerisi’nde açıldı. Sanatçının erken dönem resimleri karışık teknikle (guvaş, suluboya, renkli füzen) yapılmış. Yüzey bölümleri homojen bir espas olmaktan çok bir yama işini andırıyor. Bu çalışmalarda sıklıkla geleneksel halk sanatından alınmış folklorik unsurlar resme entegre ediliyor ya da mimari unsurların kullanımıyla tarihsel göndermelerde bulunuluyor. Sanatçı süjelerini bir sahne üzerine yerleştiriyor ve figürler sanki kamuflajla sarmalanmışlar gibi arka plan tarafından yutuluyorlar; insanlar sadece yüz betimlemeleri aracılığıyla öne çıkıyorlar. Çalışmalar insanları gündelik yaşamları içinde resmediyor. Kırsal alandan İstanbul’a doğru yaşanan kitlesel göç olgusu ve buna eşlik eden toplumsal ve kültürel değişimler sanat alanında ilk olarak Karamustafa’nın resimlerinde yansıma buluyor. Karşılaşılan yeni kültürel durum Latife Tekin gibi edebiyatçıların yapıtlarında ya da mizah dergilerinin sosyo-politik köşelerinde yankı bulmuştu ama plastik sanatlarda konuyla ilgili karşılaştırma yapılabilecek bir örnek yoktu ortada.

Barbara Heinrich






Serginizi
burada duyurabilirsiniz...

Hizmetlerimiz

sergirehberi@gmail.com







İletişim             Hizmetlerimiz             Gizlilik Politikası             Kullanıcı Sözleşmesi